Anadolu Grubu’na ait market zinciri Migros’un Kocaeli’nin Gebze ilçesine bağlı Şekerpınar Mahallesi’ndeki deposunda yaygınlaşan kötü çalışma koşullarına ve kadın işçilere yönelik cinsel tacize karşı işçiler, Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası’nda (DGD-SEN) örgütlenmeye başladılar. Migros ise, DGD-SEN’de örgütlenen işçileri Kod-29 ile, yani “Ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışlar” nedeniyle işten çıkardı. 5 Ocak’ta başlayan direniş, geçtiğimiz hafta itibariyle dördüncü ayına girdi.
DGD-SEN Genel Başkanı Murat Bostancı, dört aydır süren direnişi Politika Haber’e anlattı. İşte Murat Bostancı ile gerçekleştirdiğimiz röportaj:
“P.H: Direnişinizin başlamasından bugüne dek geçen dört ayı özetler misiniz?
M.B: 2020’nin Aralık ayında Şekerpınar’daki depoda çalışan 70’e yakın arkadaşımız ücretsiz izne gönderildi. Bu arkadaşlarımızın içinde kronik rahatsızlığı olanlar da vardı. Biz direnişe geçmeden önce Şekerpınar’daki depo önünde ve Ataşehir’deki Migros Genel Merkezi önünde basın açıklamaları yaptık, Migros yönetimi ile görüşme talep ettik. Ancak görüşme taleplerimiz reddedildi. Bunun üzerine, ücretsiz izne gönderilen arkadaşlarımız ile birlikte ortak karar alarak direnişe geçtik.
Direnişin 17. gününde, konuyla ilgili olarak Çalışma Bakanlığı’na doğrudan bir dilekçe verdik. Bu dilekçenin bakanlığa elden verilmesi ve direnişimizin basında da yer bulması üzerine bakanlık, Migros’a müfettişlerini göndermek zorunda kaldı. Bu müfettişler, hem sendikal faaliyetler, hem de işçi sağlığı ve iş güvenliği konularına ilişkin denetlemeler yaptılar. Bu denetlemelerin sonuçları ne bize, ne de işçi arkadaşlarımıza ulaşmadı. Direnişimizin 52. gününde, ücretsiz izinde olan işçi arkadaşlarımız, Kod-29 ile işten çıkarıldılar.
Aslında işveren, arkadaşlarımızı işten çıkarmak için bahane arıyordu. Ancak, kapının önünde demokratik hakkını arayan, protestosunu yapan insanları işten çıkarmak için bahane bulamıyordu. İşte bu noktada Kod-29, işverenin imdadına yetişti.
Bu arada Kocaeli Valisi, arkadaşlarımızla görüşmek istedi. Bizi temsilen dört işçi arkadaşımız, Kocaeli Valiliği’ne giderek vali yardımcısı ile görüştü. Daha sonra vali yardımcısı, işveren ile de bir görüşme yapacağını açıkladı. Aynı vali yardımcısı, arkadaşlarımıza sorunun çözümüne dair garanti verdi. Ama maalesef oradan da bir sonuç çıkmadı.
Kocaeli’de örgütlü bütün siyasi partilere; iktidar olsun, muhalefet olsun, Migros direnişi ve Kod-29 meselesine dair bir dosya sunduk. Aslında biz 52. güne kadar sadece ücretsiz izne değil, Kod-29’a karşı da direniyorduk. Direnişimizi bir noktadan sonra İstanbul/Ümraniye’deki Anadolu Grubu Genel Merkezi’nin önüne taşıdık. Direniş böylece hem Şekerpınar depoda, hem de Ümraniye’deki genel merkez önünde olmak üzere iki yerde devam etti. Tabi bu süreçte Şekerpınar’da polis tarafından işçi arkadaşlarımıza yönelik saldırılar oldu, arkadaşlarımız gözaltına alındı, gözaltı aracında işkence gördü. Aynı gün biz de Ümraniye’de holdingin özel güvenliklerinin saldırısına uğradık ve sonra polis tarafından gözaltına alındık.
Şekerpınar ve Ümraniye’den sonra TÜSİAD önünde de bir basın açıklamamız oldu. Daha sonra Anadolu Grubu’nun sahibi Tuncay Özilhan’ın evinin önünde bir eylem yapma kararı aldık. Kısa bir araştırmadan sonra Özilhan’ın Beykoz’un Çubuklu mahallesindeki evini bulduk. Oraya gittiğimiz ilk gün de polisin engellemeleriyle karşılaştık. İlk gün polisin provokasyonuna rağmen eylemimizi gerçekleştirdik. İkinci gün ise, Beykoz Kaymakamlığı’nın verdiği 15 günlük eylem yasağı kararı nedeniyle polis tarafından gözaltına alındık. Tuncay Özilhan’ın evinin önüne altı kez gittik, beş kez gözaltına alındık. Toplamda yedi kez gözaltına alındık. Migros mağazalarında kasa kilitledik.
Dört aylık direnişimiz onurlu bir mücadele ile geçti. Tam kapanmanın başlamasından önce Anadolu Grubu’nun önünde açıklamamızı yaptık. 1 Mayıs’ta Taksim’e çıktık. Şu anda kısıtlamalar nedeniyle, genel bir kapanma söz konusu olduğu için eylem yapmıyoruz. Zaten dört arkadaşımızda Covid-19 çıktı, 1’i çok ağır geçirdi. Siyasi partilerden ve sendikalardan bize destek verenler oldu, vermeyenler oldu. Dört ayın özeti budur. Kod-29’a karşı onurlu ve simgesel bir mücadele verdiğimizi söyleyebilirim.
P.H: Haklı olduğunuz bir meselede, üstelik yasalar da sizden yanayken, hala işe iadelerin gerçekleşmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
M.B: Yasalar işçilerden yana, ama uygulamada durum tam tersi. Şu ana kadar fiili ve meşru bir mücadele yürüttük. Bir yandan arkadaşlarımızın hukuki süreçleri devam ediyor, bir yandan da “Sizin kıdeminizi, ihbar tazminatınızı verelim, bu direniş alanını terk edin” türünden tekliflerle karşılaşıyor arkadaşlarımız. Ama bizim bunlara karşı tavrımız net. Zaten bakanlık müfettişleri geldi, vali yardımcısı geldi, taşeron US Grup ile müzakereler yürüttük. “Kesinlikle işe iade gibi bir durum söz konusu değil” yanıtıyla karşılaştık.
P.H: Hali hazırda Migros’ta çalışmaya devam eden diğer işçilerden ve Migros dışındaki yurttaşlardan nasıl tepkiler alıyorsunuz? Bugüne dek olumsuz bir tepkiyle karşılaştınız mı?
M.B: Migros’un gerek mağazalarında, gerek depolarında çalışan işçi arkadaşlarımızdan genellikle olumlu tepkiler alıyoruz. Bazı arkadaşlarımız sendikayı arayarak desteklerini iletiyorlar. Ancak, arkadaşlarımızın işsiz kalma olasılığına karşılık, isimlerini gizli tutmayı tercih ediyoruz.
Yurttaşlar da genellikle kasa kilitleme eylemlerini destekliyorlar. Migros’un işçileri sömüren bir kurum olduğunu gören ve buna şaşıran insanlar da var. Zira yıllarca insanların aklında Migros’un işçi dostu, demokrat bir şirket olduğu izlenimi yer edinmiş. Migros mağazalarında sendika var, ancak depolarda sendikal örgütlenme engelleniyor. Migros depolarında, eski Tez Koop İş yöneticileri Veysel Cingöz’ün sahibi olduğu US Grup ile Mehmet Emin Meriç’in sahibi olduğu MBM şirketleri, Migros’un taşeronluğunu yapıyorlar.
Birkaç kez, Migros mağazalarının önündeki eylemler sırasında, bazı yurttaşların “Neden A101’i, Bim’i değil de Migros’u protesto ediyorsunuz” şeklindeki sorularıyla karşılaştık. O zaman bazı arkadaşlarımız “Biz A101’de, Bim’de değil, Migros’ta çalışıyorduk. Burada uğradığımız muameleler ve sonunda işten atılmamız nedeniyle direnişe başladık” şeklinde yanıtlar veriyorlar. Tabii, bu demek değil ki bu koşullar sadece Migros’ta var. Bu sorunlar A101, Bim, Şok, Hakmar ve diğer birçok depoda var. Bu alanda ciddi bir emek sömürüsü var ve çare de birlikten ve örgütlenmekten geçiyor.
Bunların dışında, halkımızın genel olarak direnişimizi desteklediğini söyleyebilirim.
P.H: 10 gün önce işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ı geride bıraktık ve 1 Mayıs’a direnerek girdiniz. Sizin gibi birçok işyerinde (PTT, Cargill, Sinbo, Baldur, SML Etiket vs.) sendikal baskılara ve Kod-29’a karşı direniş devam ediyor. Buna dair ne söylemek istersiniz?
M.B: DGD-SEN olarak 1 Mayıs’ta sanal kutlama, balkona çıkma, 1 Mayıs’tan önce göstermelik 1 Mayıs eylemi yapma gibi şeylere karşı olduğumuzu ifade ettik. 1 Mayıs’ta Taksim’i zorladık. Tabii, Dolmabahçe ve Gümüşsuyu’nda gözaltılarla karşılaştık. Öbür yanda ise Hak-İş, Türk-İş ve DİSK ise çelenk bırakma törenine katıldılar. Türkiye’nin birçok yerinde işçiler meydanlara çıkarken, dayak yerken, gözaltına alınırken maalesef bu üç konfederasyonun yöneticileri, 1 Mayıs’ı göstermelik kutlamalar ile geçiştirdiler.
Bir tarafta çeşitli cemaatlerin cenaze gibi nedenlerle toplanmaları, bazı futbol takımlarının taraftarlarının şampiyonluk kutlamaları ve elçilik önündeki protestolar var, öbür yanda ise Kod-29’a karşı direnişler… Burada mesele Taksim ve 1 Mayıs’tan çok, yasakların keyfi olarak uygulanması. Nasıl ki Beykoz Kaymakamlığı bize keyfi bir yasak uyguladıysa, İçişleri Bakanı da DİSK yönetimi ile ortak bir iş yaparak, kendi tabanına da mesaj vermiş oldu. Ama biz sadece DGD-SEN ve Migros işçileri olarak değil, PTT, Cargill, Sinbo, Baldur, SML Etiket, Ekmekçioğulları ve direnen diğer bütün işçiler olarak, Kod-29 ve diğer baskılara karşı birlikte mücadele edebileceğimizi gösterdik. Sadece patronlara karşı değil, patronların güdümünde hareket eden sendikalara karşı da mücadelemizi sürdüreceğiz.
P.H: Tam kapanmayla birlikte Şekerpınar ve İstanbul’daki eylemlerinize bir süre için ara vermek durumunda kaldınız. 17 Mayıs’tan sonrası için nasıl bir eylem takvimi hazırladınız?
M.B: Tam kapanmadan sonra Migros Direniş Meclisi olarak toplanarak bir karara varacağız. Ya fiili direnişi sürdüreceğiz, ya da sürpriz eylemler yapacağız. Tabii bunun kararını verirken, arkadaşlarımızın içinde oldukları öznel ve nesnel koşulları da dikkate alacağız.
P.H: Sendikanızın üyeleri, sık sık polis şiddetiyle ve gözaltılar ile karşı karşıya kalıyorlar. Haklı olduğunuz bir meselede karşınızda devletin kolluk gücünü görünce ne hissediyorsunuz?
M.B: Kesinlikle korkmuyoruz, çünkü haklıyız. Biz daha önce yedi kez gözaltına alındık. Mesela, Tuncay Özilhan’ın evinin olduğu Çubuklu’da gözaltına alındık. Çubuklu kutsal bir yer değil. Beykoz Kaymakamlığı neye dayanarak orada 15 günlük eylem yasağı kararı veriyor? Bu kararın keyfiliği o denli bariz ki. Bu kararın keyfiliğini Migros direnişçisi arkadaşlarımız da görüyor, DGD-SEN yöneticileri olarak biz de görüyoruz. Haklı olduğumuz bir meselede gözaltına alınma endişemiz kesinlikle yok. Tam tersine, işçi arkadaşlarımız “Üstüne, üstüne yürüyeceksin” diyorlar. Dolayısıyla, bizden çalınan haklarımızı alıncaya dek mücadeleyi sürdüreceğiz. Kod-29 ile atılan arkadaşlarımız, fişlendikleri için hiçbir yerde iş bulamıyorlar. Bu durumun ortadan kalkmasını istiyoruz.
Biz Çubuklu’ya geldiğimizde, Tuncay Özilhan’ın oğlu İzzet Özilhan ile görüştük. İzzet Özilhan bizi dinledi, “Taleplerinizi babama ileteceğim” dedi. İzzet Özilhan’ın taleplerimizi babasına iletip iletmediğini bilmiyoruz. Ne olursa olsun, korkumuz yok. Zira biz onu çoktan aştık. Ama bizim sorunumuz oradaki polislerle, özel güvenlikçilerle vs. değil. Bizim sorunumuz Migros yönetimi ve Tuncay Özilhan’ın kendisi ile. Biz polisle, özel güvenlikle karşı karşıya gelmekten hoşlanmıyoruz. Ama polisin de, özel güvenlikçinin de yasalara uyması, işçiye saygılı olması gerekiyor. Bunlar gelip işçilere şiddet uyguluyorlar.
Biz sadece Şekerpınar ve Ümraniye’de değil, TÜSİAD önünde ve Çubuklu’da da eylem yaptık, gözaltına alındık. Kendini solda tanımlayan bazı insanlar, bizim gündeme gelmek için gözaltına alındığımızı iddia ettiler. Hani sorsanız sosyalist olduklarını söylerler, ama işçi sınıfından uzaklar. Biz bu süreçte kaç kez müzakere yürütmeye uğraştık, bu çabalarımız boşa çıkarıldı. Buna rağmen biz gözaltına alınmaktan zevk alıyormuşuz gibi konuşuyorlar.
P.H: Bu süreçte siyasi partilerin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
M.B: Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri Ömer Faruk Gergerlioğlu, Serpil Kemalbay, Dilşad hanım (Canbaz), Züleyha Gülüm ve Musa Piroğlu direnişimizi sık sık ziyaret ettiler. Özellikle Musa Piroğlu, bizi en çok ziyaret eden milletvekili oldu. Yine bu milletvekillerinden Serpil Kemalbay’ın Meclis’te verdiği önerge, direnişçi arkadaşlarımızdan Fatma arkadaşımızın Meclis’teki grup toplantısında konuşması gibi dayanışma örnekleri de oldu. Biz bu dayanışmayı önemsiyoruz.
Onun dışında, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Şekerpınar’daki direnişimize ilgi gösterdi, ama aynı ilgiyi İstanbul’da Ümraniye İlçe Örgütü haricinde göstermedi. Ne il örgütünden, ne de milletvekillerinden hiç kimse bize en ufak bir destek vermedi. Kod-29 meselesine de çok kayıtsız kaldılar. Ancak, Meclis dışındaki siyasi partilerden bize destek verenler oldu. Sol Parti’den, EMEP’ten, TKP’den (SİP), İşçilerin Demokrasisi Partisi’nden, DİP’ten ve bazı sendikalardan gelenler oldu. Ama siyasi partilerin bu konuda genel bir kayıtsızlık içinde olduklarını söyleyebilirim.
Emek büroları olan anlı şanlı partilerin hiçbirisi, bu konuda samimi olmadıklarını gösterdiler. Aylardır süren Migros direnişini sağır sultan bile duydu, ancak siyasi partiler duymadı. Sadece emek bürolarının değil, o partilerin bizzat genel başkanlarının, eş genel başkanlarının direniş alanına gelerek, oraları görünür kılmaları gerekiyor. Sadece Migros için söylemiyorum bunu; PTT, Cargill, Sinbo, Baldur, SML Etiket, Ekmekçioğulları, Uzel Makina, Tüv-Türk ve diğer bütün direnişler için de söylüyorum bunu. Direniş alanlarına gidip direnişleri görünür kılmalılar.
Siyasi partilere dair söyleyeceklerim bunlardır. Twit atmanın ötesine geçmeleri gerekiyor. Tabii ki twit atmak da bir dayanışma örneği, ama tek başına yeterli değil. Bizzat direniş alanlarına gelerek o alanları görünür kılmalılar.
P.H: Son olarak; bu direniş ne kadar devam edecek?
M.B: Daha önce de söyledim; Migros Direniş Meclisi, tam kapanmadan sonra toplanarak bir karara varacak. Arkadaşlarımızın içinde olduğu koşullar çok çetin. İşten atılırken tazminat alamadılar. Üstüne üstlük, başka bir iş de bulamadıkları için bir gelirleri yok ve ekonomik sıkıntılar yaşıyorlar. Dolayısıyla, bu koşulları gözeterek fiili direniş dışındaki seçeneklere de yönelebiliriz. Ama şu an için kesin bir şey söylemem doğru olmaz. 17 Mayıs’tan sonra toplanacağız ve direnişin devam edip etmeyeceğini, edecekse ne şekilde edeceğini kararlaştıracağız.
Tabii, burada sendika konfederasyonlarının içinde oldukları duruma da bakmak gerekiyor. Biz, bağımsız bir sendikayız ve bu yüzden ne Türk-İş’ten, ne Hak-İş’ten, ne de DİSK’ten bir destek göremiyoruz. Hatta, DİSK’ten bazı mücadeleci sendikaların, direniş alanımızı ziyaret ettiğinde, DİSK yönetimi tarafından “Niye oraya gittiniz” diye suçlandığını bile duyduk. Kemal Türkler gibi mücadeleci bir sendika liderinden bugünlere gelindi yani… Ne diyebilirim ki? Yine de her şeye rağmen mücadelemizi sürdüreceğiz. Röportaj için teşekkür ediyorum. Hepinize kolay gelsin”
HABER MERKEZİ
















