Türkiye Cumhuriyet’inin 102’nci yılı kutlanırken Kürt sorununun çözümü temelli yürüyen süreç tartışmaları da devam ediyor. Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, Kürt sorununun çözümü ve bu bağlamda devam eden sürece ilişkin yürütülen tartışmalara dair Yeni Özgür Politika gazetesi yazarı Fuat Ali Rıza bir yazı kaleme aldı.
Fuat Ali Rıza’nın “Demokratik cumhuriyet ve demokratik toplum” başlıklı yazısı şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti’nin 102’nci kuruluş yıldönümünün öngününde, 26 Ekim günü Kuzey Kürdistan’dan geri çekilen 25 gerilla Kandil’de açıklama yaparak, demokratik siyaset stratejisi temelinde mücadele etmeye hazır olduğunu herkese bir kez daha göstermiştir.
29 Ekim, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilan edilişinin 102’nci yıldönümü. Her alanda ‘Cumhuriyet Bayramı’ kutlamaları yapılıyor. Fakat Türkiye siyaseti paramparça. İktidar ile muhalefet cumhuriyet gününde bile bir araya gelemiyor. Cumhuriyetin kuruluş ve ilan edilişine aktif ve yoğun olarak katılmış olan Kürtler, 102’nci yıl kutlamalarına katılmadığı gibi, çok ciddi bir burukluk yaşıyor. Peki, Kürtler bu hale kimler tarafından ve nasıl getirildi?
CUMHURİYET’E KÜRTLERİN DESTEĞİ
Oysa Osmanlının yıkıntıları üzerinde doğup gelişen Kemalist Hareket, en çok Rusya’daki Ekim Sosyalist Devrimi ile Kürt halkının desteğine dayanmıştı. Cumhuriyeti hazırlayan Kuvayi Milliye hareketine en çok Kürtler katılmıştı. Kürtler, cumhuriyete giden yolun başlangıcı olan Sivas ve Erzurum Kongreleri’ne ev sahipliği yapmıştı. Bu hareketin önderi Mustafa Kemal, her alandaki Kürt ileri gelenleriyle ilişki kurmuş ve yürüyüşünde en çok Kürtlerin desteğine güvenmişti. Dolayısıyla Kürtler, cumhuriyetin kuruluşunu gerçekleştiren Kurtuluş Hareketi’nin asli unsurlarından biri olmuştu.
Peki sonrası ne oldu? Bu durum neden ve nasıl değişti? Cumhuriyetin egemen güçleri, yüz yıldır bu soruları ‘Kürtlerin isyanı ve ihaneti’ olarak tanımladı ve Kürt halkını tanımayan Türkiye toplumunun beynini bu biçimde yıkamaya çalıştı. Türkiye’de Kürt karşıtı ırkçı, milliyetçi, şoven bir anlayışı hakim kılabilmek için tüm gücüyle çaba harcadı. Bu temelde cumhuriyetin asli kurucuları olan iki halkı, Türklerle Kürtleri bölüp karşıt hale getirdi. Tabii bundan da hep Kürtleri sorumlu tuttu, Kürtleri ‘Bölücülük’ kavramıyla birlikte andı. Elbette bu anlayış ve politika temelinde şekillenen cumhuriyet de demokratik cumhuriyet olamadı. Tersine giderek oligarşik bir yapı kazandı.
MİSAK-I MİLLİ
Oysa Kürtler hep Misak-ı Milli’ye bağlı kaldılar. Misak-ı Milli sınırlarının korunması ve asla bölünmemesinden yana oldular. Misak-ı Milli ile tanımlanan ‘Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı toprakların’ bölünmesine karşı çıktılar. Peki kanla belirlenen bu toprakları bölenler kimler oldu? İngiltere ve Fransa ile anlaşarak Kürt toprakları olan Musul ve Halep vilayetlerini bu güçlere kimler verdi?
Kuşkusuz ne kadar gizlenmeye ve tersyüz edilmeye çalışılsa da söz konusu soruların cevabı bilinmektedir. Böyle bir sürecin 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile geliştiğini herkes bilmektedir. Lozan Antlaşması’nın, İngiltere ile Fransa’nın Kemalist Hareket’le Kürtlere karşı hile içeren bir anlaşma olduğu artık gizlenememektedir. Kürtler aleyhine Misak-ı Milli sınırlarını bölen Lozan Antlaşması ve bu anlaşmayı imzalayan güçler olmuştur. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bazı Kürt topraklarının İngiltere ve Fransa’ya verilmesi karşılığında kurulmuştur.
LOZAN VE KÜRTLER
Kuruluşundan sonra 1924’te yapılan İkinci Anayasa’da Kürtlere ve haklarına yer verilmeyerek, tehlikeli bir inkâr ve imha süreci başlatılmıştır. ‘Yabanileri ehlileştirme’ adı altında Kürt halkına yöneltilen baskı ve katliam, yüzyıllık bir soykırım uygulaması olarak yaşanmıştır. Cumhuriyetin birinci yüzyılında Kürtlerin yaşadığını herhalde insanlık tarihi boyunca hiçbir halk yaşamamıştır.
Burada geçen yüzyılda Kürtlere yaşatılanları anlatacak değiliz. Fakat biraz vicdanı olan ve karşılaştırma yapabilen herkes bunun bir soykırım olduğunu ve insanlık suçu oluşturduğunu kesinlikle kabul eder. Nitekim iktidarının ilk yıllarında Tayyip Erdoğan da Dersim’de yapılanların soykırım olduğunu basın önünde açıkça ifade etmiş ve bunu söyleyemeyen Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirmiştir.
Tabii Kürt halkına kültürel ve fiziki soykırım dayatan Cumhuriyet, Türkiye’de de demokratik bir yönetim olamamış, faşist-askeri bir oligarşi olarak ilk yüzyılını tamamlamıştır. Türkiye toplumu üzerinde baskı ve sömürü uygulamalarını sürekli geliştirmiştir. Bu temelde şu gerçek net olarak açığa çıkmıştır: Kürt halkı üzerinde inkâr ve imha politikası uygulayan devlet demokratik olamaz ve Türkiye toplumu üzerinde de her zaman derinleşen bir baskı ve sömürü uygular.
KÜRTLER VE PKK’NİN KATTIĞI ÖZGÜRLÜK BİLİNCİ
Cumhuriyetin birinci yüzyılını böyle bir baskı ve sömürü uygulaması ile buna karşı Türkiye emekçilerinin ve Kürt halkının sürekli direnişi olarak tanımlayabiliriz. Bu demokratik direniş sürecinde çok sayıda devrimci ve demokratik örgüt oluşmuş ve cumhuriyeti demokratikleştirmek için mücadele etmiştir. Kürtler ise yüzyıl boyunca ve her dönemde şehitler verme temelinde bir varlık ve özgürlük direnişi yürütmüştür. Bu varlık ve özgürlük direnişini son elli yılda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan öncülüğündeki PKK vermiştir. Asimilasyon ve soykırıma karşı Kürtler, varlık ve özgürlük bilincini ve örgütlülüğünü bu direniş sayesinde kazanmıştır.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin 102’nci yıldönümü yaşanırken, Önder Abdullah Öcalan’ın ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ temelinde PKK örgütsel varlığını sona erdirmiş, Kürt sorununun çözümü temelinde cumhuriyetin demokratikleşmesini sağlamak için mücadele yürütür hale gelmiştir. Demokratik siyaset temelinde yürütülen bu tarihi mücadelenin iki temel amacı vardır: Demokratik toplum ve demokratik cumhuriyet. Yani ilk yüzyılda demokratikleşemeyen cumhuriyeti ikinci yüzyılda demokratikleştirmek ve bunun bir gereği olarak demokratik toplumu inşa etmektir. Böylece Türkiye’deki baskı ve sömürü düzenini ortadan kaldırırken, Kürt varlığını ve özgürlüğünü de güvenceye almaktır. Cumhuriyetin kuruluşunu hazırlayan demokratik birlik ve kardeşlik durumunu yeniden ortaya çıkarmaktır.
Bunun için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, demokratik entegrasyon yöntemini önermektedir. Demokratik Cumhuriyet ile Demokratik Toplum, birbiriyle ilişki ve mücadele temelinde yeni bir yaşam ortaya çıkartacaktır. Kendi varlığı ve kimliği temelinde örgütlendirilen Kürt Demokratik Toplumu, demokratikleşen Türkiye Cumhuriyeti ile demokratik entegrasyon temelinde yeni bir demokratik birlik oluşturacaktır.
KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ
Görünen o ki, Baş Müzakereci ilan ettiği Önder Abdullah Öcalan öncülüğünde Kürt tarafı böyle bir demokratik çözüm için son derece hazır ve isteklidir. Fakat aynı hazırlığı ve isteği mevcut iktidarda ve Türkiye siyasetinde görmek mümkün değildir. Türkiye siyaseti ve iktidarı, ilk yüzyıldaki zihniyet ve siyaseti aşamayarak, Türkiye için yaklaşan büyük felâketi görememekte, bir tür rantçılık olan kolay yönetimden vazgeçememektedir. Bu da ikinci yüzyılında cumhuriyeti demokratikleştirmek ve bu temelde Kürt sorununu çözebilmek için mücadeleyi her alanda daha da büyütmeyi ve geliştirmeyi gerektirmektedir.
Nitekim böyle bir demokratik siyasi mücadelenin önünü açıp zeminini olgunlaştırmak için Önder Abdullah Öcalan ile PKK, tarihi öneme sahip adımlar atmıştır. Önder Apo 27 Şubat günü ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı yaparken, buna yanıt veren PKK, 1 Mart’ta ateşkes ilan etmiştir. 5-7 Mayıs tarihlerinde 12. Kongresi’ni toplayan PKK, pratik uygulamasını Önder Apo’nun yürütmesi kaydıyla PKK’nin örgütsel yapısı ile silahlı mücadele stratejisini sona erdiren tarihi kararlar almıştır. 11 Temmuz günü 30 kişilik bir gerilla grubu Süleymaniye yakınlarında silahlarını yakarak kongre kararlarını uygulamadaki kararlılığını ortaya koymuştur.
GERİLLALARIN GERİ ÇEKİLMESİ KARARI
Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin 102’nci kuruluş yıldönümünün öngününde, 26 Ekim günü Kuzey Kürdistan’dan geri çekilen 25 gerilla Kandil’de açıklama yaparak, demokratik siyaset stratejisi temelinde mücadele etmeye hazır olduğunu herkese bir kez daha göstermiştir. Kuşkusuz Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin ve Gerillası’nın bu yeni adımı, Türkiye’deki demokratik siyasi mücadele zeminini daha da güçlendirmiş, bu temeldeki imkân ve fırsatları artırmıştır. O halde, başta kadınlar ve gençler olmak üzere hiç kimse durmamalı ve beklememelidir. Söz konusu imkân ve fırsatları yeterince değerlendirmek için etkili eylemler yapmalıdır. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü talep eden demokratik eylemleri ülke içinde ve yurtdışında güçlü ve yaygın bir biçimde geliştirmelidir.
Gün bu temeldeki mücadele için seferberlik günüdür. Özellikle yurtdışındaki Kürtler ve dostları söz konusu seferberliğe en güçlü bir biçimde katılmalıdır. 2 Kasım Londra ve 8 Kasım Köln mitinglerinde Kürt halkının ulusal-demokratik iradesini ve Önder Apo’ya fiziki özgürlük talebini bir kez daha çok güçlü bir biçimde ortaya koymalıdır.”
MA
 
                                 
	    	
 
                                 
                                













