Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekilleri, Meclis Genel Kurulu’nda görüşmeleri devam eden İçişleri Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçelerine dair konuştu.
İlk olarak söz alan Amed Milletvekili Serhat Eren, bakanlığın iç barışı sağlamakla yükümlü olduğunu ancak iç korku idaresi olarak çalıştığını ifade etti. Halkın huzurunu sağlamak yerine halkın iradesi ile savaştığını belirten Eren, “Kadın katillerine, çetelere şefkatli yüzünü gösterirken halka ceberut yüzünü gösteriyor. Güvenlik özgürlüğün alternatifi değildir; gerçek güvenlik kayyımlarla, yasaklarla, baskıyla değil, adaletle, eşitlikle, toplumsal rızayla sağlanır ama bizler her gün şafak operasyonlarıyla, yasaklama kararlarıyla ve sansürle uyanıyoruz. Bu, otoriter bir güvenlik anlayışıdır. İç barışın toplumsallaşmasında en fazla sorumluluğu olan bakanlık bugün Cizre’de, Urfa’da yasevlerine kilit vurmakla meşgul. Herkesin defnedilme ve yas tutma hakkı vardır. Taziyelere ve mezarlıklara saldırıların olduğu bir yerde insanlar kendilerini nasıl güvende hissedebilir” dedi.
Kürdistan kentlerinin pek çok bölgesinin “özel güvenlik bölgesi” olarak ilan edildiğini, Kürtlerin doğa ile kurduğu bağın parçalanmaya çalışıldığını, toprağını ekemediğini, hayvanlarını otlatamadığını belirten Eren, “Merasına çıkamadığı için göç etmek zorunda kalan Kürt’ün güvenliği değil bu. Soruyorum: Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nde bu özel güvenlik bölgeleri kimin için korunuyor? Barışı istiyorsak içeride siyasetin nefes alması gerekiyor. Siyaset nefes alamıyorsa toplum hiç nefes alamaz” diye kaydetti.
‘ANAYASAL HAK ENGELLENİYOR’
Eren, işçilerin, öğrencilerin, kadınların eylem ve etkinler yapamadığını, bu hususların anayasal hak olmasına rağmen çeşitli gerekçeleri ile engellediğini belirterek, “2024 yılında 313 barışçıl gösteriye müdahale edilmiş, 27’si çocuk 2.611 kişi işkence ve kötü muamele görmüş. İşkence ve kötü muameleden söz açılmışken cezaevlerinden hastanelere, cenaze ve taziyelere götürülen siyasi mahpuslara ring araçlarında işkence ve kötü muamele uygulanıyor. Ağız içi ve ince arama dayatılıyor. Sevkler keyfî biçimde geciktiriliyor. 200 bin liraya varan keyfî masraflarla mapuslar cezalandırılıyor. Kelepçeli muayenelerle, kelepçeli cenaze törenleriyle iç barışı tesis edemeyiz” diye kaydetti.
‘HALKIN İRADESİNİ DAHA NE KADAR GASP EDECEKSİNİZ?’
Son 10 yılda en az 156 belediyeye kayyım atandığını belirten Eren, “Sandıktan çıkan iradeyi koruması gereken bakanlık maalesef, sandıktan çıkan iradeyi gasp etmektedir. Kayyumlarla birlikte belediyeler yolsuzluğa, talana, hırsızlığa teslim edilmiştir ancak tüm kumpaslara, iftiralara rağmen bu hukuksuz rejim çökmüştür. Hakkında beraat kararı verilmesi gereken belediye eş başkanlarını dahi göreve atamayarak kayyumların bir güvenlik önlemi değil, açık siyasal bir tercih olduğunu gösteriyorsunuz. Halkın iradesini daha ne kadar gasp edeceksiniz” diye belirtti.
‘DEVLET İLE ÇETELER EL ELE’
Eren, bu politikaların pek çok soruna da yol açtığını dile getirdi. En başta bu durumun toplumsal yıkıma yol açtığını ayrıca fuhuş ve çeteleşmeye neden olduğunu belirten Eren, “Diyarbakır’da Selefiler, İstanbul’da Daltonlar, Red Kitler, Casperlar gibi yeni nesil çeteler… Üstelik bu çetelerin üyelerinin çoğu çocuk. Gençler işsizlik, adaletsizlik geleceksizlik hissiyle kriminal alanlara itiliyor. Diyarbakır’dan örnek vermek istiyorum: Uyuşturucu kullanma yaşı 9’a düşmüş. Artık, yalnızca gençler ve kadınlar değil çocukların da güvenliği tehdit altında. Devlet içerisinde çetelerle mücadele ettiğinizi iddia ediyorsunuz ama Lice’de asker ve polisler çetelerle iş birliği yapıyor. Binbaşı, yüzbaşı, İlçe Jandarma Komutanı, astsubay ve korucuların içerisinde olduğu bu çeteleri anlatmama gerek yok, çok iyi biliyorsunuz Sayın Bakan” ifadelerini kullandı.
‘DİYARBAKIR’DA DEVLET KİM?’
Eren, sözlerini şöyle sürdürdü: “Lice Jandarma Karakol Komutanı kendisine özel uyuşturucu tarlası dikmiş. Diyarbakır’da uyuşturucu ticareti yapan dokunulmaz askerler kimdir Sayın Bakan? İşte, devlet içerisindeki bu çetelerden güç alan yeni nesil çeteler, pervasız bir biçimde ellerinde uzun namlulu silahlarla, yüzleri kapalı bir şekilde ‘Gece on ikiden sonra devlet biziz’ diyebiliyorlar Sayın Bakan. Bağlar’da, Sur’da bu çetelerin cirit attığını, nerelerde cirit attığını en çok Diyarbakır Emniyeti biliyor. Peki, Diyarbakır’da, güvenliğin en üst düzeyde olduğu, kameraların her tarafta olduğu, Türkiye’de istihbaratın en güçlü olduğu bir yerde bunlar nasıl oluyor Sayın Bakan? Diyarbakır’da devlet kimdir? Türkiye, Meksika kaynaklı metamfetaminin transit merkezi olmuş, Mersin Limanı kokainin durağı olmuş. Geçtiğimiz yıl 427 insanımızın yaşamını yitirmesini engelleyemediniz. Siz uyuşturucu baronlarıyla değil, hâlâ Kürtçe ıslık çalanlarla mücadele ediyorsunuz.
KADIN CİNAYETLERİ
2025 yılının ilk on ayında 217 kadın cinayeti işlenmiş. Bu sayının kendi zaten utanç verici, üstelik şüpheli ölümler, cezasızlık ve korunmayan kadınlar bu tablonun içerisinde yok, Rojin Kabaiş yok, Gülistan Doku yok. Çocukları koruyamayan, kadınları yaşatamayan böyle bir güvenlik anlayışı olabilir mi Sayın Bakan? Kürtlere, Alevilere, gayrimüslimlere, Romanlara, göçmenlere, kadınlara yönelen nefret söylemi medya diliyle, siyasetle ve güvenlikçi yaklaşımlarla sürekli bir biçimde yeniden üretilmektedir. Bugün, 90’ların katliamcı sembollerinin yeniden dolaşıma sokulmasını, Yeşil kod adlı katillerin, JİTEM’cilerin hortlatılmasının, Kürtleri tehdit eden Toros baskılı tişörtlerin sokaklarda, statlarda, Ahmedspor maçlarında sergilenmesinin nedeni, kolluğun ve yargının nefret diline göz yuman, cezasızlığı bir politika hâline getiren hoşgörülü yaklaşımının sonucudur. Nefret suçunun cezasız kaldığı her durumda, yalnızca bir kişi değil, toplumun tamamı yaralanır. Toplumu bu denli çürüten başka bir zehir yoktur. Nefretle yönetilen bir ülkede ne barış inşa edilebilir ne de eşit yurttaşlıktan söz edilebilir.
NE YAPILMALI?
10 siyasi partinin üzerinde uzlaştığı kayyum politikasına son verecek yasa teklifi kabul edilmeli, seçilmişler görevlerine iade edilmelidir. Özel güvenlik bölgeleri ve fiilî OHAL uygulamaları sonlandırılmalı; toplantı, gösteri, ifade, basın ve örgütlenme özgürlüğü güvence altına alınmalıdır. Gömülme ve yas tutma hakkı engellenmemeli, cenazelere ve mezarlıklara yönelik saldırılar durdurulmalıdır. Kadına yönelik şiddet ve cinayetler önlenmeli, işkence ve kötü muameleyle etkin biçimde mücadele edilmelidir. Uyuşturucu ve fuhuşla mücadele sadece operasyonlarla değil çocukları ve gençleri koruyan sosyal, ekonomik, rehabilite edici politikalarla yürütülmelidir. Barış sürecine zarar veren, nefret suçlarında cezasızlığı esas alan ayrımcı, dışlayıcı siyasal dilden vazgeçilmelidir. Gelin, iç barışımız ve toplumsal güvenliğimiz için demokratik toplum sürecini sözde değil hakları tanıyan, hakları güvence altına alan somut adımlarla güçlendirelim.”
‘ÇOCUKLARI ÖLDÜRÜYOR’
Söz alan Ömer Faruk Hülakü de uyuşturucu kullanımına dikkat çekerek, eskiden gençlere dikkat çektiklerini şu anda ise artık çocukların da kullandığını ve çocukların kullanımdan dolayı yaşamını yitirdiğini belirtti. Sokakların zehir tacirlerine bırakıldığını belirten Hülakü, “Buna rağmen bu bütçede sosyal politika yok, önleyici çalışma yok, bağımlılıkla mücadele merkezlerinde gerçek bir yatırım yok çünkü iktidar sorunu kaynağından çözmek yerine, polisiye görüntülerle başarı hikâyesi yazıyor. 15 yaş üstü nüfus içerisinde madde kullanımı sayısı yaklaşık 2 milyon kişidir; bu, Sağlık Bakanlığının son yayımladığı veridir” dedi.
‘KAYNAĞINI KURUTMALISINIZ’
Hülakü, bakanlığın basına servis ettiği operasyonlara da dikkat çekerek, sadece bu yöntemin yarar getirmeyeceğini, uyuşturucu ve kullanımının kaynağına inilmesi gerektiğini belirtti. Hülakü, “Baronlara, çetelere müdahale edilmediği sürece yaptığınız bütün şovlar boştur. Eğer gençlerin işsizliğine, yoksulluğuna, geleceksizliğine dokunamıyorsanız; torpilde, liyakatsizlikte ısrar ediyorsanız; okuldan kopuşu, barınma sorununu, mahalledeki derinleşen yoksulluğu görmezden geliyorsanız yaptığınız tek şey istatistik makyajlamaktır. Siz göçü de yönetemiyorsunuz. Göç üzerinden siyaset üretiyor, kriz yaratıyor, sonra da o krizi kendi sorumsuzluğunuzdan kaçmak için kullanıyorsunuz. Bu bütçe de bu sorumsuzluğun devam edeceğini gösteriyor” diye belirtti.
‘GERÇEKLERİ GİZLEDİLER’
Söz alan İstanbul Milletvekili Çiçek Otlu ise Wan’da yaşamını yitirmiş halde bulunan ve daha sonra bedeni üzerinde iki ayrı erkeğe dair DNA’nın bulunduğu Rojin Kabaiş’e işaret etti. Çiçek Otlu, yaşanan süreci ve yetkili kurumların yaptığı açıklama ve uygulamalara dikkat çekerek, Adli Tıp Kurumu’nun gerçekleri saklamaya çalıştığını ifade etti. Çiçek Otlu, “Suda boğulma değil şüpheli ölümdür, erkekler tarafından Rojin Kabaiş katledilmiştir. Adalet Bakanına soruyoruz: Rojin Kabaiş’e ne oldu, katilleri nerede? Van Emniyet müdürleri ve polisleri Rojin Kabaiş’i katledenleri bulacaklar mı? Katillerini arayacaklar mı? Evet, Dersim’den biliyoruz Gürcistan Doku’nun hâlâ cenazesi bulunmadı, hâlâ katilleri bulunmadı. Cezasızlık politikasıyla hapishanelerden saldığınız ya da gözaltına almadığınız fail erkeklerin gözaltına alınıp yargılanmasını istiyoruz, bu cezasızlık politikalarının kalkmasını istiyoruz” şeklinde konuştu.
Çiçek Otlu, Rojin Kabaiş’in bedeni üzerinde bulunan iki erkeğe ait olduğu belirlenen DNA’ların kime ait olduğunun açıklanmasını istedi. Çiçek Otlu, “Adli Tıp Kurumu ve İçişleri Bakanlığı eğer Rojin Kabaiş’e ne olduğunu bulmaz ve katilleri yakalamazsa bu suça ortak olduğunu düşünüyoruz çünkü Van Yüzüncü Yıldaki kaybolma hikâyesinde kesinlikle birilerinin korunduğunu ve orada, büyük ihtimalle, zengin olanların, sermaye sahiplerinin ya da AKP rejimine yandaş olanların korunduğunu düşünüyoruz” diye konuştu.
MA
















