Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) çağrısıyla bir araya gelen Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) ve Emek Partisi (EMEP), 25 Ağustos 2022 tarihinde “Emek ve Özgürlük İttifakı”nı deklere etti. İttifakın yol haritasında, toplumun tüm kesimlerinin ortak mücadelede buluşmasına vurgu yapıldı.
İttifakın çıkış dönemi kamuoyunda büyük bir yankı uyandırdı. Ancak sonraki süreçte ittifak beklenilen çıkışı bir türlü yakalayamadı. Seçim süreçleri döneminde yaşanan tartışmalar da ittifakın hedeflerine ulaşmasını olumsuz yönde etkiledi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), 26 Haziran tarihli toplantısında “Emek ve Özgürlük İttifakı”nı büyütme kararı aldı. Bu kapsamda kimi görüşmeler yapıldı. “Ortak mücadele ihtiyacı” vurgusu yapılan görüşmelerde, birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütüyle bir araya gelinmesi kararlaştırıldı.
DEM Parti’nin de bileşeni olduğu Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, ittifakın kuruluş süreci, sonrası ve “yeni birliktelik” tartışmalarına dair sorularımızı yanıtladı.
“Mücadele ortaklığı” hedefiyle yola çıkan Emek ve Özgürlük İttifakı, hangi ihtiyaçlar doğrultusunda kuruldu?
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın Türkiye’nin sosyalist hareketleri ile Kurdistan demokratik devrim hareketinin tarihsel bir blok olarak kendisini inşa etme gibi bir iddiası vardı. Bu yönüyle ele alındığında gerek Kurdistan özgürlük hareketi açısından gerekse Türkiye sosyalist hareketleri açısından ittifak meselesi stratejik bir mesele. Bunu neden söylüyoruz; çünkü son yıllarda özellikle seçimler bağlamında Emek ve Özgürlük İttifakı’nın stratejik hattına, ideolojik mayalanmasına ve hedeflerine dönük 2 yönlü bir saldırıyla karşı karşıyaydık.
Neydi bu saldırılar?
Bir taraftan Kürt özgürlük hareketinin örgütsel varlığına, onun kazanımlarına, halk içerisindeki büyüme potansiyeline dönük bir saldırıydı. Diğer taraftan da aynı zamanda birleşik mücadele zeminlerine dönük bir saldırı vardı. Biz de ‘bunun karşısında aldığımız tedbirler nedir’ noktasında bir tartışma yürüttük ve bir toplumsal mücadele ittifakı olarak yola çıktık. Yani emekçi kitlelerin emek mücadelesi etrafında, ekolojistlerin ekoloji mücadelesi etrafında, köylülerin yaşam savunuculuğu etrafında, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı etrafında, Alevilerin eşit yurttaşlık mücadelesi etrafında, kadınların özgür yaşam ısrarı etrafında, gençlerin demokratik gelecek ısrarı etrafında buluşacağı bir mücadele. Ancak ‘Bu toplumsal özneler ne kadar özne olabildi? Yani mevcut siyasi partiler, siyasi örgütler karşısında ne kadar toplumsal özne olabildi?’ sorusuna verdiğimiz cevap, bizim aslında aynı zamanda öz eleştirimizin de cevabı oluyor.
İttifak, bahsettiğiniz saldırılar karşısında kendisini nasıl konumlandırdı? Artıları-eksileri nelerdi?
3’üncü Yol mücadelemiz söz konusu olduğunda hem bardağın boş hem de dolu taraflarının birlikte değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü tamamen bardağın boş tarafına dönük bir yoğunlaşma olduğunda hakikate de saygısızlık etmiş oluruz. Eksikliklerimiz, yapamadıklarımız ne olursa olsun 2011 yılında HDK’nin kuruluşuyla yolculuğuna başlayan bu mücadele çok ciddi kazanımlar elde etti. 3’üncü Yol mücadelesi, Türkiye ve Kürdistan’da özellikle seçim sonuçları bağlamında 3’üncü büyük güç olarak Türkiye ve Kürdistan halklarına sundu kendisini. Aslında devletçi güçleri, sistem partilerini, iktidarı ve devletin tarihsel aklını en fazla korkutan da HDK ile başlayan bu yürüyüşün ciddi anlamda mevzi kazanmasıydı. Türkiye ile Kürdistan halklarının özgürlük umudu olmasıydı. Ancak bu potansiyel büyüme halindeyken, diğer taraftan kendi ihtiyaçları da büyüdü. Belki de Emek ve Özgürlük İttifakı tartışmaları bağlamında büyüyen bu mücadelenin büyüyen ihtiyaçlarını ne kadar yerine getirebildiğimizi tartışmamız gerekiyor. Biz özeleştirimizi de vereceksek ya da eksikliklerimizi de tespit edeceksek bu anlamda tespit edeceğiz. Yani direniş var ve büyüyor. Kendisini politik bir özgürlük ve demokrasi seçeneği olarak sunuyor ama bunun karşısında saldırıyla karşı karşıya kalıyor. Bu saldırıları hem boşa çıkarmak hem de Türkiye’de demokratik cumhuriyet hedefine daha fazla yakınlaşmak için büyüyen mücadelenin de kendi ihtiyaçlarını karşılayacak bir şey. Emek ve Özgürlük İttifakı bu yönüyle ele alındığında tarihsel olarak bizim büyümemize de işaret ediyordu.
Vurgusunu yaptığınız “büyüme” ittifak içerisinde sağlanabildi mi?
Hayır. Hepimiz bilmekteyiz ki özellikle Sayın Öcalan’ın İmralı’daki görüşmelerinde HDK ve HDP’nin kuruluş sürecinde yaptığı tarihsel bir tespiti var. Bu tespit bugün hala duruyor. Türkiye’nin demokratlarının, sosyalistlerinin, demokratik ve toplumsal değerlere duyarlı kesimlerinin, bunları bir yaşam felsefesi ve mücadele gerekçesi yapmış bütün gruplarının mücadelelerini bir ittifak aklıyla örgütlemesi durumunda potansiyellerinin yüzde 25-30’larda olacağını söyledi. HDP’nin en fazla oy aldığı dönemdeki yüzde 13’lük oy oranına baktığımızda; yüzde 25-30 potansiyeline göre bizim daha kat etmemiz gereken daha çok mesafenin olduğunu görüyoruz. Yani seçimler bağlamında yüzde 10-15 bandında seyreden bir mücadelenin aslında kendisini bir iktidar alternatifi haline getirmesinin de adıdır Emek ve Özgürlük İttifakı’nın mücadelesi. Yani bir yol kat edildi ama kat edilmesi gereken daha çok yol var.
Burada ele aldığımızda temel soru ‘Ne yapmalı ve nasıl yapmalı?’ Mevcut kazanımlar yetmiyor çünkü. Faşizm kendisini üreterek, yenileyerek devam ediyor. Bunun karşısında biz de mücadelemizi daha fazla büyütmek zorundayız. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın temel varlık gerekçesi de buydu. Yani halkların, toplumun, ezilen kimliklerin özgürlük ve dayanışma bilinci, zihniyeti etrafında kendisini örgütlemesi ve sistem karşısında demokrasi ve özgürlük mücadelesini büyütmesiydi. Bu bir yönüyle seçimleri yani temsili demokrasiyi de aşan özgür yaşam ısrarı demek. Yani emekçilerin, kadınların, halkların, inançların, bir bütün olarak eşitlik ve adalet değerleriyle ilişkilerini, kendi hayatlarını örgütlediği ve eyleme geçirdiği, ulus devletçiliği, faşist iktidarı da buradan doğru gerilettiği, hatta mümkünse çökerteceği bir mücadele sözleşmesiydi.
“Seçimleri de aşan sözleşme” hedefinde başarılı olundu mu?
Şimdi bu topraklarda halkın yüzde 90’ı hala seçim söz konusu olduğunda kendi geleceğini belirleyecek bir mücadele aralığı olarak görüyor. Sandık yoluyla da olsa öfkesini ya da rızasını o yolla gösteriyor. Şimdi buradan baktığımızda seçim, bir mücadele süreci aynı zamanda. Yani ikisinin simbiyotik dengesini kurmak. Bizim belki başaramadıklarımızdan birisi de buydu. Yani seçimleri de halkların eşitlik ve adalet mücadelesi içerisinde bir ara mücadele süreci olarak görmek, ama onu toplumsal mücadeleyle de denklemini kurmak. Şimdi seçim mücadelesiyle toplumsal mücadele arasındaki ya da temsili demokrasiyle doğrudan demokrasi mücadelesi arasındaki bağı doğru kurmadığımızda haliyle böyle bir durumla karşı karşıya kaldık.
Toplumsal mücadele ve seçim mücadelesi arasındaki bağı doğru kuramama hali hem ittifakta hem de ittifaka gönül verenlerde nasıl bir kırılmaya neden oldu?
Gözü ve kulağı, duygusu bize daha yakın olan toplumsal kesimler bir yana, bize oy veren insanları ve halkımızın ittifak söz konusu olduğunda şüpheli arttı. Güven duygusunu sarsan bir konuma geldi bu durum. O yüzden Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yeni bir isim, yeni bir yol ve yöntemle kendisini daha fazla büyütüp güçlendirecek bir yol yürüyüşüne ihtiyaç var. Bu yol yürüyüşünü tekrardan ele alırken de geçmişte yaptığımız kimi eksikliklere düşmemek gerekiyor. O yüzden yeni toplumsal mücadele ittifakı dediğimiz süreci örgütlerken unutmamamız gereken temel şeylerden birisi, ezilen halkların ortak çıkarını bütün devrimci ve demokratik örgütlerin çıkarlarının önüne koymaktır. Başarı ve başarısızlık çıtasını halkın demokratik özlemleri, duyguları ve arayışları üzerinden kurmak, iki egemen blok arasındaki ideolojik ve güç mücadelesini halkın mücadele değerleri ve kazanımları etrafında örgütlemek. Yani halkın bu ortak değerleri ve özlemleri etrafında birbirimize taviz vermek. Bunu yapmadığımız zaman halklar, ezilen kimlikler hayati ihtiyaçları temelinde kurgulanan bir politikayı görmediğinde nasıl dahil olacak?
Yeni dönemin hangi temel ortak hedefler üzerinden örülmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Yeni dönemi örerken hepimizin altına imza atması gereken temel sözleşme maddelerinden birisi şu: Faşizme karşı mücadele, faşist AKP-MHP iktidarını devirme. Mesela birinci hedef kesinlikle bu olmalı. Yani eğer karşımızdaki güç eğer sınıfsal, egemenlik ittifakı yapıyorsa, karşısında milyonların umudu olarak kendisini ortaya koymuş ve bunun ciddi mücadelesini yürüten bizlerin de belki de en az onlar kadar kendi sınıfsal çıkarlarımız, halkların ortak geleceği için birbirimize tavizler vermemiz lazım. O taviz de şudur: Birleşik mücadelede, ittifak mücadelesinde ısrar etmek, yani toplumsal mücadele ittifakını stratejik görmek. Bunun da somut sloganı şu: Kurtuluş yok, ya tek başına ya hiçbirimiz.
“Kurtuluş” için mücadele ortaklığının zorunlu olduğunu söylüyorsunuz…
Elbette. Ortadoğu ve dünyada her açıdan örgütlenmiş bir kapitalist dünya gerçekliği karşısında Kürt ve de Türkiye halkları ve tüm kesimler tek başına kendi direnişiyle kurtulmayacak. Yani buradan baktığımızda her alanda bir mücadele ittifakını, mücadele ortaklığını ve birlikteliğini kurmak gerekiyor. Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde faşist iktidarlar alternatif haline gelmiş. İşte buradan baktığımızda dünyanın genelinde stratejik bir ittifak, yani solun bir enternasyonel fikirle, tekrardan kendisini örgütlemeye ihtiyaç var.
Her alanda bir mücadele ittifakını kurmak gerekiyor. İnsalığın solun aklına, çözüm önerisine ve vicdanına ihtiyacı var. Bu, onurlu ama bir o kadar da iktidar perspektifi gerekiyor.
Mesela Üçüncü Dünya Savaşı gerçeğinden bahsediyoruz. Uzun zamandır Kürt özgürlük hareketi ve onun Önderliği (Abdullah Öcalan) bunu söylüyordu. İşte İsrail-Filistin meselesi, Kurdistan meselesi, Ukrayna-Rusya savaşı… Aslında artık dünya açık bir savaş içinde yani. Şimdi bu savaş gerçeği karşısında büyük insanlık ne yapacak? Yani yeni yaşamı savunanlar ne yapacak? Yine aynı şekilde örneğin ekolojik krizden bahsediliyor ve dünya küresel anlamda ısınıyor. İklim krizi ve savaşlar üzerinden ortaya çıkan göçmen ve mülteci gerçeğine sadece Türkiye’nin sorunu olarak bakabilir miyiz?
Bu örnekler üzerinden yola çıkarak şunu artık kabul etmemiz gerekiyor; Türkiye, Ortadoğu ve dünyada insanlığın solun aklına, solun çözüm önerisine ve solun vicdanına ihtiyacı var. Yani Emek ve Özgürlük İttifakı tartışmaları birebir dünyadaki enternasyonel arayışlarla da bağını kurarak, yoluna devam etmeli. Bu, onurlu ama bir o kadar da iktidar perspektifini gerektiriyor.
Bu perspektifi biraz açabilir misiniz?
AKP kaybedecek ve AKP’nin kaybedilişinde çok ciddi payımız olacak. Direnişimizle, ödediğimiz bedellerle toplumun direniş değerlerini ayakta tutacağız. Ama AKP sonrası iktidar yine başka bir egemen blok olacak. Mesele o. AKP-MHP iktidarını çözülüş sürecine sokan ve şu anda AKP-MHP iktidarı kaybedecek dedirten, o umudu ayakta tutan temel mücadele, Türkiye ve Kurdistan halklarının ve ezilenlerinin örgütlü mücadelesi sayesinde oldu. Bugün AKP-MHP’ye tokadı vuran kim? Sadece Emek ve Özgürlük İttifakı güçlerine oy verenler mi? Başka partiye oy verenler de tokat vurdu. Niye vurdu? Demek ki ortak paydalar var. Farklı partilere oy verse de AKP’nin temsil ettiği değerleri tehdit olarak görüp, ülkeyi sürüklediği duruma itiraz ediyor. İşte aslında Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yeni dönemde kilitleneceği temel hedeflerden birinin de bu olması gerekiyor artık. Yani bu eşittir potansiyel demek. İktidar perspektifini de buradan kurgulamamız gerektiğini düşünüyorum.
Diğer egemen bloktan kastınız CHP sanırım?
CHP, AKP’nin gidişiyle birlikte ciddi anlamda bir demokratik dönüşüm ve değişim talep ediyorsa kaçınamayacağımız bir şey var; yani AKP’ye karşı mücadeleyi öne çıkarmak ve büyüttüğümüz o mücadele gücüyle birlikte AKP’yi yıkmak. Örneğin bugün ‘Türkiye yumuşama sürecine girmeli’ sözlerini Erdoğan’a dedirten ne? Erdoğan, gücün zirvesindeyken kibrinden geçilmiyor ama ilk defa ikinci parti konumuna düştü. Şimdi AKP bu süreci uzatarak aslında kendi gücünü tekrardan konsolide etmeye çalışıyor.
O zaman bu “yumuşama” sürecine gelen akıl, toplumun AKP-MHP’ye karşı öfkesine, yürüttüğü mücadeleye ve verdiği emeğe saygısızlık ediyor. İkincisi, aslında “yumuşama” adı altında devletin tarihsel kurucu kodlarına atıf yapıyor. O zaman “bizim egemenlik çıkarlarımız söz konusu olduğunda biz halkın taleplerine bakmayız” deniliyor. “Beyaz Türkçü”, “Yeşil Türkçü” fark etmeksizin aynı masada oturacak mıyız? Oturacaklar işte. Toplumsal mücadeleyi sönümlendiren, toplumu gerektiğinden fazla beklentili hale sokan, onu nesne konumunda tutan her müzakere, diyalog ya da bugünkü deyimiyle “yumuşama” aslında yürütülen mücadeleye ve halka karşı işlenmiş bir suçtur.
Emek ve Özgürlük İttifakı bağlamında gündemimize aldığımız en temel hedef, AKP-MHP faşist iktidarını yıkacak bir hedef. Bu dönemsel bir şey değil. Bu geleceği de kurtaracak bir şey. Çünkü bu iktidar yıkılmadan, solun, sosyalist mücadelenin, toplumsal mücadelenin kendisini daha güçlü onarma şansı da yok. Büyük darbeyi bu iktidar vuruyor bize. AKP’yi yıkma hedefi ve o hedefe kilitlenmiş bir ittifak mücadelesi, aynı zamanda AKP sonrası sürece de kendisini daha güçlü taşıyacak. Bir iktidar alternatifi haline getirecek kendisini.
İttifak, temel hedef olarak kendisini AKP karşıtlığı üzerinden mi kurgulayacak?
Yeni dönemde Emek ve Özgürlük İttifakı, sadece kuru AKP karşıtlığı ya da iki egemen blok karşıtlığı üzerinden yürümemeli diyoruz. Çözüm gücü olmalı. Kendisini alternatif olarak sunmalı. İşte yeni anayasa tartışmalarındaki düşüncesi nedir? Emek politikalarındaki yaklaşımı nasıl olacak? Doğa insan ilişkilerini nasıl düzenleyecek? Yani kendinizi bir çözüm aklı olarak sunduğunuzda zaten iktidar yolculuğunuz başlayacak. Buradan ele aldığımızda yeni dönem ittifak tartışmalarını gerçekten bir toplumsal mücadele ittifakı olarak kurmanın çok fazla avantajları var bizler açısından. Yani gerek demokratik Kürt siyasetinin gerek HDK ve DEM Parti’nin üst üste örgütlenme seferberliği ve örgütlenme konferansları oldu. Yani bu konferansın ve seferberliğin pratik süreçleri aslında bundan sonra da daha çok güçlü olarak başlayacak, pratikleştirilecek.
Söz ettiğiniz örgütlenme seferberliğiyle neler hedefleniyor ve pratik ne gibi adımlar atılacak?
AKP-MHP iktidarı uzunca süredir “Çöktürme Planı” adı altında Türkiye ve Kurdistan’ın en güçlü mücadele mevzisine dönük çok sistematik saldırılar yapmakta. Aslında buna sistematik darbe rejimi diyoruz. Çünkü bizler için sürekli devrede. Aradan geçen yıllar şunu gösterdi; ‘Çöktürme Planı’nı boşa çıkartmanın yolu, tek başına sistemin bizim önümüze koyduğu seçim gibi hazır zeminler değil. Yani halkların özgürlük, demokrasi, eşitlik ve adalet mücadelesini sadece seçim gibi hazır zeminlerde yürüterek kazanamayacağımızı gördük. Şimdi bu örgütlenme konferansı ve örgütlenme seferberliğinin temel şeyi de o zaten. Yani doğrudan demokrasi ya da devrimci bir mücadele diyebiliriz.
Kürdistan devrim hareketinin inşa ettiği halk gerçekliği, kendisini de aşan bir harekettir. Yani sadece verili örgütüyle sınırlı tarif edilemez. Yani DBP ya da DEM Parti’yle tarif edilemez, aşmıştır yani. Yani bir yerde mesela yönetim oluşturamayabiliyorsunuz ama o yönetiminizin bile olmadığı yerde on binlerce oy alabiliyorsunuz. E demek ki halk var. Size gönül verenler ve her koşulda sizi takip edenler var. Ama sizin örgütlü mücadelenize katılanlar o düzeyde değil. İşte örgütlenme seferberliği ve örgütlenme konferansının temel hedefi o. Yani Kürdistan ve Türkiye sosyalist mücadelesine, özgürlük ve demokrasi mücadelesine gönül vermiş milyonları da gören, gözeten, hedefleyen, kendi ihtiyaçları temelinde örgütlenen bir halk örgütlülüğüne nasıl ulaştıracağız? Köylerde, mahallelerde, sokaklarda, yeni gelişen kentlerde, kent ilişkilerinde, kendimizi bir halk örgütü hüviyetinde nasıl tekrardan inşa edeceğiz, güçlendireceğiz?
Örgütlenme seferberliğinin halkla olan kopukluğa çözüm olma amacı taşıdığını söyleyebilir miyiz?
Zaten en temel problem bu; halktan yalıtılmış ve kopuk ama halk adına hareket ettiğini iddia eden örgütsel gerçekliğimiz var. 2023 Mayıs seçimleri sonrası öz eleştirimizi verdiğimiz temel noktaydı. Halk mücadelesi ama işin içinde halk yok. O zaman halkın bu örgütlü mücadeleye nasıl katılacağı noktasında öncülük pozisyonlarımızı kritik eden, durumumuzu tekrardan gözden geçiren, ama örgüt dediğimiz şeyin, sadece bugünkü yöneticilerden ibaret olmadığını, halk içerisinde mücadele deneyimlerinin her alanda biriktiğini gören, bunu kabul eden ve buraya gözünü diken, kulağını açan bir seferberlik. Yani örneğin faşizmin çözülür sürecinde pay sahibiyiz dedik ama emin olun faşizmi daha erken yıkabilirdik. Yani bu süreç bu kadar uzamayabilirdi. Daha erken çözüm sürecine götürebilirdik faşizmi.
Neden götürülemedi?
Çünkü kurumlarımız, örgütlerimiz, her şeyden önce kendi demokratik örgütsel sistemimizi ayakta tutacak kadar, o mücadeleyi daha güçlü tutacak kadar içeride örgütlü değil. Aslında Sayın Öcalan, Kürt halkı bağlamında hep şunu söylemişti; Varlığını koruma, özgürlüğünü sağlama. Bu nedenle faşizme, soykırımcılığa karşı varlığımızı koruyacağız. Her kurum kendi rolünü oynayacak. Bütün örgütlerimiz, kendisini yeni dönemde, önümüzdeki dönemde varlığını koruma, özgürlüğünü sağlama, diyalektiğine uygun bir şekilde örgütlemek zorunda. Aslında örgütlenme ve seferberlik dediğimiz temel şey bu.
Kurumlar oynaması gereken rolü biraz daha somutlaştırabilir misiniz?
Örneğin göç bağlamında söyleyelim. Mesela biz göç olgusu karşısında varlık nasıl korunur ve özgürlük nasıl sağlanır, tartışmak zorundayız artık. Sadece halkımıza Kürdistan’ı, ülkenizi terk etmeyin diyerek bu durumu tersine çeviremeyeceğimizi anladık. İnsanlara kendi ülkesinde istihdam alanı yaratmak, özgürlük ilişkilerini sağlamak, politik ilişkilerini güçlendirmek… İşte bu göç kurumumuzun işi olmalı yani. Yani fikir üretmeli, halkla birlikte tartışmalı, kendi ülkesinde ve kendi toprağına nasıl bağlı yaşanır, bunun bilincini örgütlemek, bunun zihniyetini örgütlemek, bunun maddiyatını örgütlemek, hayatını örgütlemek. Bu noktada aslında her kuruma büyük bir rol düşüyor. Bu aynı zamanda bizim için bir öz eleştiridir. Bu durum böyle gitmemeli, gidemez.
Örgütlenme seferberliğine yeniden dönecek olursak, seferberlik sadece Kürdistan’ı mı kapsıyor?
Türkiye halkları için de geçerli bu. Bütün değerleri şu anda tehdit altında ve şu anda varlığını koruma savaşı yürütüyor AKP faşist soykırımcılık karşısında. Gelinen aşamada süreç bize gösterdi ki Kürdistan dışındaki bölgelerde kendimizi örgütleme gücümüz, burada yaşayan halkların kendi sorunları etrafında eyleme harekete geçirme gücümüz çok zayıftı. Aslında Sayın Öcalan’ın deyimiyle; Kürdistan devrim hareketi yükselirken Türkiye’de de devrim hareketi yükselseydi tarih başka yazılabilirdi. Yani Kürdistan’da yükselen demokratik halk devrimine ve mücadelesine eşit bir Türkiye halklar mücadelesi yaratmaktı bir hedefte. Şimdi bu dengesizlik 13 yılda çok istenilen düzeyde giderilemedi. Aslında örgütlenme konferansının bence en kıymetli yönlerinden biri ya da öne çıkartılması gereken temel şeylerden biri, Türkiye’nin sahasında ve Kürdistan’daki mücadeleyi de yeni dönem koşullarına, özel savaş gerçeğine göre tekrardan büyütmek, ele almak. Zaten bu alanda hamleyi yaptığımız oranda göreceksiniz ki önümüzdeki dönem -birleşik mücadele fikriyatının, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yeni ittifak mücadelesini katarak da söylüyorum- tarihsel iktidar yolculuğu başlayacaktır. Onun koşulları fazlasıyla mevcuttur.
İttifak ve örgütlenme gündemlerinin yanı sıra PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük tecridin kaldırılarak fiziki özgürlüğünün sağlanması ve Kürt sorununun çözümünü önceleyen bir kampanya da gündemde. Demokratik Kurumlar Platformu, 13 Ekim’de Amed’de büyük bir mitinge hazırlanıyor. Miting bağlamında neler söylersiniz?
13 Ekim’de Amed’de yapacağımız miting, 9 Ekim’in 26’ncı yıl dönümünde hayata geçirmek istediğimiz bir aylık kampanyanın finali. Bizler için Sayın Öcalan üzerindeki mutlak iletişimsizlik politikalarına karşı mücadele kampanyalarla, başı sonu belli takvimlerle yapılacak bir mücadele değil. Yani bunun, dönem dönem saman alevi gibi yanan sönen, kendi içerisinde dalgalı mücadele tarzıyla bunun üstesinden gelemeyeceğimizi artık biliyoruz. 10 Ekim 2023 tarihinde dünyanın 74 merkezinde Kürt halkı ve halklar önderi Sayın Öcalan’ın dostları tarafından, “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” adıyla uluslararası bir hamle süreci başlatıldı. Özgürlük mitingi ile taçlandıracağımız bu kampanyanın ana mantığını bu hamle oluşturuyor. Yani bu hamleye bulunduğumuz yerden 9 Ekim komplosunun yıl dönümü itibariyle büyütme ve miting sonrasındaki sürece de güçlendirerek tahvil etme gibi bir anlayışımız var. Aslında son bir yıla bakacak olursak, hamle kapsamında bizler de ciddi işler yapmaya çalıştık. Gemlik Yürüyüşü, 15 günlük Özgürlük Yürüyüşü, şu anda hala devam eden Özgürlük Okumaları, Türkiye ve Kürdistan’daki aydın, yazar ve sanatçıların Sayın Öcalan’ın özgürlüğüne dönük yaptıkları, açıklamalar ve buna benzer birçok şey kampanya kapsamında örgütlediğimiz şeyler.
Miting, tüm bu söylediklerinizin toplamında nasıl bir anlam taşıyor?
Kim nasıl ele alırsa alsın, istedikleri kadar kriminal görüp terörize etmeye çalışsınlar; bir hakikat var. Kürt halkı ve dostları, Sayın Öcalan’ı halklar önderi olarak görüyor. Yürüyen mücadelenin önderi olarak görüyor. Stratejik aklı olarak görüyor. Onu büyüten ve bugünlere getiren ve hala bulunduğu 10 metrekarelik hücrede bu mücadeleye muazzam katkılar sunmuş birisi olarak görüyor. Bu hakikate, tarihe ve mücadele değerlerimize saygımızın bir gereğidir. Bundan kim nasıl kaçıyorsa kaçsın. Ama bizler bedeli ne olursa olsun kaçmayacağız.
Bizler de tıpkı 9 Ekim komplosunda karşı ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemlerinde olduğu gibi bir çizgiye, bir hatta ihtiyacımız var. Bunun yollarını hep birlikte açmalıyız. Yani tabiri caizse ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız. Ama bu gerçekten kaçmayacağız. Bu anlamda 13 Ekim Amed mitingi bizler için çok önemli. Yani klasik bir miting değil bu. 13 Ekim buluşması Kürt halkının önderliği ve önderliğine yönelik politikalar karşısında bir özgürlük buluşmasıdır. O yüzden Türkiye ve Kürdistan’daki bütün insanlarımız, bütün yurtsever arkadaşlarımızı, dostlarımızı, demokratları, devrimcileri Amed’de özgürlük buluşmasında bir araya gelmeye çağırıyoruz. Çünkü o gün, İmralı politikalarını bize dayatan hegemonik güçler ve faşist güçler karşısında kendimizi ve irademizi tekrardan test etme günü olacak.
İbrahim Irmak / MA