program çıkarılmaya çalışılıyor. Sürecin ilerlemesiyle beraber bu sürecin de ciddi anlamda bir ivme kazanabileceğini öngörüyoruz. Buna ilişkin de hazırlıklarımız, çalışmalarımız ve diplomatik temaslarımız söz konusu. Rojava, Başur Kürdistan, Avrupa, yine Kafkasya’daki Kürt örgütleri ve halkımızla bu süreci tartışan, bunu bir yol haritasına kavuşturmayı hedefleyen bir şekilde hareket ediyoruz.
Koşullar uygun hale gelirse bütün bu kongreleri bir araya getirip, Demokratik Ulusal Kongreyi tartışabileceği merkezi bir Kürdistan Konferansı’nı hedefliyoruz.
Rojava, Kürdistan’ın en küçük parçası olmasına rağmen bugün Kürtlerin geleceğini belirlemede önemli bir yerde duruyor. Burada böylesi bir konferansın gerçekleşmesi bütün Kürtler üzerinde pozitif sinerji yarattı. Savaş, ambargo ve kuşatma altında olan bir yerin böylesi bir amacının olması bütün dünyadaki Kürtlerin dikkatini çekti. Kürt birliğine giden bir meşale olduğunu söyleyebiliriz. Bu moralle Bakur’da da Demokratik Birlik İnisiyatifi oluşturuldu, çalışmaları sürüyor. Şartlar ve koşullar uygun hale gelirse bütün bu kongreleri bir araya getirip, Demokratik Ulusal Kongreyi tartışabileceği merkezi bir Kürdistan Konferansı’nı hedefliyoruz. Bunun alt zeminini hazırlıyoruz.
Kuzey ve Doğu Suriye’nin durumu bu süreçte kritik bir noktada. Türkiye’deki yetkililer de sık sık burayı hedef alan açıklamalar yapıyor. Bu politika süreci nasıl etkiliyor, sahadaki gerçeklikle ne kadar örtüşüyor?
Türkiye’nin bugüne kadar özellikle Rojava ve Suriye’de oynadığı rolün yapıcı ve pozitif olduğunu söyleyemeyiz. Rojava yönetiminin kendi yapısını koruyarak Şam’la entegre olma çabasına yönelik müdahale edici bir pozisyonda. Özellikle Hakan Fidan’ın bu konudaki rolü belirleyici. Devletin Kürtlere yönelik bakış açısında önemli bir değişikliğin olmadığını ifade edebilirim. Kürtlerin kazanımlarına yönelik sürekli engelleyici, tasfiye edici ve dağıtıcı rol oynamak istediğini görmek mümkün. Türkiye, kendisinin anladığı bir biçimde Suriye’yi inşa etmeye çalışıyor. Bir mezhebe dayalı, bunun dışında kalan halklar, inançlar ve kesimlerin devre dışı kaldığı, yasal ve anayasal statüsünün ve geleceğinin söz sahibi olmadığı bir Suriye geleceğini tasavvur ediyor. Fakat Türkiye’nin bu politikasının hayat bulması çok mümkün görünmüyor. 64 yıllık Baas rejimi zaten bu politikayı denedi. Dolayısıyla Türkiye’nin tekrardan böylesi bir süreci inşa etmeye çalışması beyhude bir çalışmadır. En mantıklı ve gerçekçi çözüm, merkezi olmayan bir Suriye yönetimidir. Özerk ve federatif yapıların olduğu, halkların ve inançların toplumsal sözleşmeye ve anayasal sözleşmeye bağlı olarak kendisini var kıldığı, bütünlüğünü koruduğu bir demokratik Suriye gerçekliğidir. Bölgesel ve küresel denklemde en hakiki çözüm bugün Rojava Özerk Yönetimi’nin ortaya koymuş olduğu politikalarda yatar. Türkiye’nin daha barışçıl, daha pozitif ve süreci ilerletebilecek bir pozisyonda olması gerektiğini ifade ediyoruz.
Bu politikada ısrarın sonuçları ne olur?
Türkiye hem Demokratik Toplum ve Barış Süreci’ni ilerlemesi hem de Suriye meselesinin demokratik çözümünü istiyorsa, oynaması gereken ve oynayacağı rol temel olarak bu esaslar (pozitif rol) üzerinden olmalıdır. Çözümsüzlük hem buradaki süreci sabote etme potansiyeli taşır hem buradaki süreci tıkatma riski barındırır. Bugüne kadar beslenip, büyütülen Kürt düşmanlığı bugün Suriye politikasında sürekli kendini canlı tutar. Bu ırkçılığı, milliyetçiliğin, saldırgan politikasından vazgeçilmek isteniyorsa başta Suriye ve Özerk Yönetime yönelik politikasında yapıcı ve pozitif bir rol oynanmalı.
Yıl içerisinde ana muhalefetin sürece dönük tutumu da çokça tartışıldı ve eleştirildi. Ana muhalefet bu sürece nasıl katkı sunabilir?
CHP’nin İmralı’yla görüşmeye üye vermemesi, Kürt meselesine yaklaşımı açısından önemli bir belirleyen olarak durdu. Kürtler, CHP’nin bu tutumunu ve Kürt meselesine yaklaşımını, Sayın Öcalan’a yönelik almış olduğu bu pozisyonu asla unutmaz. Ancak CHP’nin geçmişten günümüze Kürt meselesine ilişkin yaklaşımında bir farklılık gözetmek mümkün değil. CHP içerisinde Kürt meselesinin çözümüne dair ciddi bir tartışmanın çok nitelikli ve derinlikli ele alınıp, yürütüldüğünü söyleyemeyiz. Bu meselesinin çözümünde inisiyatif alıp önemli bir aktörü haline gelebilecekken, ulusalcı kesimin CHP’nin temel politikalarına hakim olduğunu ve belirleyen olduğunu görüyoruz. Bu bizim kabul ettiğimiz veya kabul edebileceğimiz bir durum değil. Elbette ki bu eleştirilerimizle birlikte CHP’yi yapıcı bir pozisyonda bu sorunun çözümünde yer alması gerektiğini de düşünüyoruz.
Kürt sorununun demokratik çözümü bu kadar önemli ve tarihi bir noktaya gelmişken, CHP gibi bir partinin daha cesur adımlar, aynı zamanda özeleştirel yaklaşımlarla bu sürecin sahiplenicisi bir pozisyonda olmasını bekliyoruz. Bu süreci AKP-MHP’nin inisiyatifine ve konjektörüne bırakmak hem bu meseleye yaklaşımda ciddi bir haksızlığı ortaya koyar hem de CHP’nin de içerisindeki Kürt düşmanlığı ve bu meselenin çözümsüzlüğünü isteyen bu damarın da sürekli canlı ve etkin olmasını beraberinde getirir.
Bu anlamıyla CHP’ye yönelik pozitif eleştirilerimiz devam edecek. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in sürekli bu meseleye dair açıklamaları söz konusu. Fakat iyi niyet göstergesinin ötesine geçen politikası söz konusu değil. Bu temel olarak eleştirdiğimiz bir durum.
İkinci bir temel nokta; Meclis Komisyonu’na sunduğu raporunda Kürt meselesinin esasına dayalı herhangi bir çözüm ibaresinin olmadığını, Kürt sorununu doğuran temel meselelere dair herhangi bir çözümün olmadığını açık şekilde gördük. Nitekim bunun eleştirisini de yaptık, yapıyoruz. Fakat yolun sonuna gelmiş değiliz. Bu anlamıyla başta CHP olmak üzere, özellikle Meclis çatısı altında bulunan bütün muhalefet partileri, bu kadar tarihi, yakıcı ve her kesimi ilgilendiren böylesi bir meseleye karşı daha ciddi, samimi, yapıcı, pozitif ve cesur bir şekilde rol almalı. Aksi takdirde böylesi tarihi fırsatı kaçırdığımızda bunun sorumluluğunu halklar değil, bunun en önemli faturasını bugün Meclis çatısı altında faaliyet yürüten siyasi partiler ödeyecek.
DBP olarak sürecin toplumsallaşması noktasında ne gibi planlamalarınız var?
Çok tarihi ve önemli bir mitinge hazırlanıyoruz. 4 Ocak “Umut ve Özgürlük” mitingi. Bu sürecin mimarı, müzakerecisi ve muhatabı olan Sayın Öcalan’ın özgür koşullarının oluşması için 4 Ocak’ta bizim de içerisinde olduğumuz Amed’de büyük bir miting düzenleyeceğiz. “Ne gerek var böylesi süreçler” gibi değerlendirmeler ve haksız eleştiriler geliştiriyor. Fakat unuttukları şöyle bir gerçeklik var; Sayın Öcalan bu koşullarda ve şartlarda bu süreci tarihi noktaya kadar getirdi. Dolayısıyla bu sürecin başarıya ulaşabilmesi için en önemli noktalardan biri Sayın Öcalan’ın özgür koşullarının yaratılmasıdır. Bu anlamıyla “umut ilkesi”ne bağlı olarak Sayın Öcalan’ın mutlak suretle özgür koşullarının yaratılması gerek. Böylesi bir durum gerçekleştiği takdirde gerek hükümet, gerek devlet, gerekse Kürt siyasi hareketi açısından bu meselenin nihai çözümünde herhangi bir geri dönüş, geri adım olmayacaktır. Fakat hala Sayın Öcalan ile görüşmeler sınırlı. Hala ciddi anlamda bir abluka ve tecrit gerçekliği söz konusu.
2025’teki tempoyu 2026’da yükseltmeyi hedefliyoruz. 4 Ocak’ta Amed’de büyük bir miting düzenleyeceğiz. Bu miting çok tarihi ve önemli.
DBP olarak bu süreçte Türkiye ve Kürdistan’da STÖ’lerle, halkımızla çok ciddi yürüyüşler, eylemler gerçekleştirdik. 2026 yılının da ilk günlerinde barış, demokrasi, özgürlük isteyen ve bu sürecin hakikaten sonuca ermesini isteyen herkesin katılımıyla sahada olacağız. Hem süreci anlatacağız hem de halklarımızı bu sürecin güvencesi haline getirmeyi hedefliyoruz. 2025 yılı böylesi bir tempoyla geçti. ‘Umut ve Özgürlük’ mitingiyle 2026’da bu tempoyu yükseltmeyi hedefliyoruz. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü olmak üzere Kürt sorunun demokratik çözümü, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin önemli aşamalar kaydettiği ve Türkiye’deki tüm kesimlerin bu sürece büyük bir umutla sarıldığı bir yılı karşılamayı hedefliyoruz. Biz de tüm gücümüzle ve inancımızla bu sürecin parçası olacak, sürece öncülük etmeye çalışacağız.
Yeni yılda Kürtleri ve dostlarını ne bekliyor?
Bu süreç bize çok ciddi yükümlülükler ve sorumluluklar yüklemekte. Uzun yıllara dayanan mücadelemiz önemli bir aşama, mesafe kaydetti. Bugün artık Kürt sorununun demokratik çözümü, ülkenin yüzyıllık temel meselelerinin çözümüne ilişkin ciddi bir raddeye gelindi. Dört elle bu mücadeleye sarılırsak, örgütlülüğümüzü ve mücadelemizi alanlara taşırsak, hayal ettiğimiz bir ülkeyi kurabilmek, inşa edebilmek uzak değil. Bu bizim elimizde. Yeter ki biz bu anlamıyla kendimize, halkımıza güvenelim. Bugüne kadar bu anlamıyla çok bedel verdik, mücadele ettik, direndik ve bugüne kadar getirdik. Bundan sonrası artık bunu barışla, özgürlüklerle taçlandırma sürecidir. Belki 2026’yı bu şekilde ifade etmek, ele almakta yarar var. Ortak geleceğimize yoğunlaşırsak 2026’ın Kürt sorunun demokratik çözümü, Sayın Öcalan’ın özgür koşullarının yaratıldığı tarihi bir yıl olabileceğini düşünüyorum. Herkesi bu inançla, bu katılımla ve bu moralle mücadeleye, direnmeye ve kendini göstermeye davet ediyorum.
MA / Müjdat Can – Fethi Balaman














