İşçi, Şair-Yazar Armağan Barışgül’ün 6. kitabı olan Bahçıvan’ın Ölümü adlı romanı Mayıs ayında Liman Yayınları tarafından yayınlanarak raflarda yerini aldı.
“Aşkların en güzeli eşim Nazife’ye ve nazlı fidanları Ferhat, Kerem ve Eren ‘e sevgiyle…” ithaf edilen kitap 406 sayfadan oluşmaktadır.
Semsûr ve Meletî ile Çukurova hattında geçen roman, Bahçıvan ailesini, öncü bir politik kolektifi ve işçilerin mücadelesini konu edinmektedir. Bu ana temaların etrafında kişilerin-kahramanların duygu, düşünce ve çalışmalarını işlemektedir. Bir toprak sevdalısı olan Cevat Bahçıvan’ın ölümü, kadınların toplumsal ve politik mücadeledeki rolü ve işçi-emekçi-ezilen yığınların politik kolektif öncünün kurmaylığı altında devrimci değişim ve dönüşüme yönelişini, geçmişi de sorgulayarak bugüne bağlayıp sade, somut ve şiirsel bir dil ile anlatmaktadır.
Kitabın 345. sayfasında, “… Bir değişimin içinde olan sadece Fırat değildi, toplum değişimdeydi, onun ve bireyin değişimini sağlayan toplumdu, toplumsal yasallıklardı. Fırat’ın öngörüsü gerçeği görmesini sağladı. Yeliz’in kalbini fethetmesi beraberinde onun üzerinde etki gücünün artmasına neden oldu. Yeliz, artık yalnız bir memure değil, yalnız asaletli bir kadın değil, yalnız bir eş, bir ana değil, onunla birlikte ayrılmaz biçimde aydın ve mücadeleci bir kişiliğe doğru dönüşmekteydi. İyi niyetli ve hayırseverliğin yerini direnişçi ve toplumcu bir anlayış almaktaydı.
… Kolektifin etrafındaki halka günbegün genişledi, güçlendi ve hegemonyasını artırdı. Kadın mücadelesinin işçi mücadelesiyle ve halk hareketiyle bağ kurması devrimci demokratik mücadelenin ülke çapında yayılmasını ve güçlenmesini doğurdu.
… Yılların birikimi üzerinde boy atan kadın mücadelesi geleceğin güneşli güzel günlerini müjdeliyordu. “Jîn, Jîyan, Azadî! (Kadın, Yaşam, Özgürlük!)” belgisi bir bayrak gibi alanlarda dalgalanmaktaydı. Melike Güneş ölümsüzleşti. Kadının toplumdaki etkinliği, rolü ve rehberliği bir kere daha tarihe kazınmaktaydı.”
Kitabın 374. sayfasında ise “Toprak, aynı topraktı; hava, aynı havaydı; güneş, aynı güneşti; mevsimler, her zaman ki gibi gelip geçiyordu; insanlar, eskisinden daha çok didiniyordu; işçiler, daha çok çalışıp üretiyordu… Ama ne yazık ki eski günler aranır olmuştu, gelen gideni aratmaktaydı, alın terinin göz nurunun yeteri kadar bir karşılığı yoktu, kimse halinden memnun olmadığı gibi kimse tınmıyor ses de vermiyordu. Çoğunluk böyleydi. Çalışan çırpınan, özlem çeken umut duyan, canını dişine takan, kelleyi koltuğa koyan, geceleyin başını yastığa koyarken bile düşünen, bir şeyler yapmaya can atan, bütün zamanını harcayan ve bütün bedeniyle mücadelenin içinde yer alan fedakar, girişken, kararlı, bilinçli ve örgütlü bir azınlık hep ezilen, sömürülen, yitip gitmekte olan sessiz çoğunluğun, büyük insanlığın derdine düşmüş, onun kurtuluşu için ant içmişti.”
Ve kitabın 401. sayfasında, “…Kapitalizmin medyası her gün anbean dini hassasiyetler ve milliyetçilik kisvesi adı altında tüketim çılgınlığını, şovenizmi ve şiddeti pompalamaktaydı, halk yığınlarının beynine. Dünyadaki konjonktür egemenler için ekime hazırlanmış bir tarlaydı…” ifadeleri yer almakta.
Bahçıvan’ın Ölümü romanı okunduğunda “İyi ki okudum.” denilecek nitelikte bir kitaptır; umudu artıran, heyecan uyandıran gözlere ışık saçan ve kalbin sıcaklığını hissettiren…
Adları farklı olmakla birlikte Bahçıvan’ın Ölümü, yazarın birinci ve ikinci romanları olan “Nemrut’ta Güneşin Doğuşu” ile “Atölye” serisinin üçüncü ciltidir.
HABER MERKEZİ


















