Barış ve Demokratik Toplum Süreci kapsamında Kürt Özgürlük Hareketi atılabilecek tüm adımları atarken, devlet tarafı ise sadece Meclis’te Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nu kurdu. Komisyonun Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmesinin ardından 2 Aralık’ta Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti de İmralı’yı ziyaret ederek bir görüşme gerçekleştirdi. İmralı Heyeti görüşme sonrası yaptığı açıklamayla, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “İçinde bulunduğumuz geçiş sürecinde özgün ve bütüncül hukuka dayalı bir barış yasasının gerçekleşmesi ile siyasi şiddet ve demokrasi dışı müdahale olgusu Türkiye gündeminden çıkacaktır” dediği bilgisini paylaştı.
Siyaset bilimci Ahmet İnsel, komisyonun Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşmesini, iktidarın suskunluğunu, demokratik entegrasyon ve bütüncül hukuka dair ajansımıza değerlendirmelerde bulundu.
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmesinin bir “etap” ve bir “adım” olduğunu ifade eden İnsel, esas önemli olanın Abdullah Öcalan’la devlet görevlilerinin başlattığı görüşmeler ve arkasından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Ekim 2024’te “beklenmedik” açıklaması olduğunu söyledi. İktidarın sürece karşı suskunluğuna değinen İnsel, iktidarın “korkuttuğunu” belirterek, “Tayyip Erdoğan her şeyden önce seçimi ve seçilmeyi düşünen bir siyasetçidir” dedi. Ülkedeki tüm iktidarların Abdullah Öcalan’a yönelik kara propaganda yaptıklarını ve bu yüzden Abdullah Öcalan’a yönelik sempatiyle antipati arasında bir ayrım olduğunu söyleyen İnsel, “Şu an Devlet Bahçeli, ‘Geçmişi unutalım’ diyor. Ama insanlar Bahçeli’nin söylediklerini unutmuyorlar. O tür biçimlendirmeler insanların kafasına kazanmış oluyor. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan gibi her şeyi seçim endeksli düşünen biri için Abdullah Öcalan’a partisinin açık biçimde görüşme başlatması seçim açısından getiri değil, götürü olarak değerlendiriliyor. 2015 Haziran’ında da karşımıza çıktı. Çözüm sürecinin durdurmasının esas nedeni AKP’nin hem Kürt seçmenlerden destek alacağını hem merkez soldan destek alacağını düşünerek yapmasıydı. Ancak 7 Haziran seçimlerinde hem MHP yüzde 16 oy aldı çözüm sürecine karşı tepkiden dolayı hem Halkların Demokratik Partisi (HDP) yüzde 13 oy aldı. Çünkü AKP’ye oy veren Kürtler bile böyle bir tanınma çerçevesinde HDP’de birleştiler. Tahmin ediyorum ki Tayyip Erdoğan aynı şeylerin tekrarlanmasından korkuyor. Bu yüzden çok temkinli. ‘Biz bir şey yapmıyoruz, her şeyi PKK tarafı yapacak’ diyerek, götürmeye çalışıyor ki bunun gideceği çok uzun bir yer yok” ifadelerini kullandı.
‘DİKKAT ETMEK GEREKİYOR’
MHP’nin bir seçim “derdinin” olmadığını, AKP’yle seçimlere katılarak fiili olarak iktidarda olduğunu ve iktidarın “nimetlerinden” faydalandığını söyleyen İnsel, MHP’nin konuşmalarında bundan dolayı daha “rahat” olduğunu ifade etti. İnsel, “Ayrıca Bahçeli’nin radikal, milliyetçi tepkileri birden bire ortaya çıkmaya devam ediyor. Son Mesut Barzani’nin Cizre’deki ziyaretine karşı söyledikleri. Kuzey Kıbrıs’ta cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iptal edilmesi ve ilhak edilmesi gerektiğini dile getirmişti. Bahçeli, KKTC’de ikili devlet veya özerk devlet oluşturulması konusunda atılacak adımların Suriye’de ‘kötü örnek’ olacağını gerekçe gösterdi. Burada dikkat etmek gerekiyor. Burada çok tutarlı milliyetçiliği geride bırakmış hayaline kapılmamak lazım. Türkiye’de en büyük ortak bileşen milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik birden bire buharlaşacak bir şey değil. İyi bir şey olmadığını bilerek söylüyorum. Gerçekçi olmamız, adımların ona göre atılması gereğini vurgulamak gerekir” dedi.
ENTEGRASYON KONUSU
Süreç kapsamında Abdullah Öcalan’ın dile getirdiği “entegrasyon” başlığının da önemli olduğunu belirten İnsel, Kürtlerin eşit yurttaşlık temelinde kültürel kimlik taleplerinin tanınmasıyla entegrasyonun sağlanması gerektiğini vurguladı. Kültürel kimlik olarak anadilin öne çıktığını ifade eden İnsel, “Anadil de eğitim burada önemli bir yer duruyor. Örneğin ilkokulda iki dilli okulların oluşturulması. Türkiye’de İngilizce ve Türkçe, Fransızca ve Türkçe, İtalyanca ve Türkçe eğitim veren okullar var. Bunların benzeri Kürtçe ve Türkçe de olabilir. Anadilde eğitimin iki dilli olması çok ciddi zenginlik kaynağı olabilir. Bu konuda yasal olarak da adımların atılması gerekir. Yine Türkiye’de aşırı merkeziyetçi bir yönetim var. Bu sadece Kürtlerin sorunu değil, bütün Türkiyelilerin sorunu olmalıdır. Sadece Diyarbakır, Van, Cizre ahalisi yerel özerklik talep ediyor olduğu zaman iş ‘Kürtler özerklik talep ediyor’ haline geliyor. Halbuki İzmir, Edirne halkı da yerel özerklik talep etmesi lazım. Özerklik derken illa kültürel anlamda demiyorum. Kamu politikalarının belirlenmesi, belediye ve yerel hizmetlerinin belirlenmesinde özerklik, daha fazla yerinden yönetim talep etmesi lazım” diye konuştu.
YERİNDEN YÖNETİM TALEBİ
İnsel, “Türkiye’de özerkliği, yerinden yönetim talebini Kürtler dile getirdiği için Türk milliyetçileri başka yerde dile getirmekten imtina ediyorlar. Çünkü bu Kürtlere yarayacak diye imtina ediyorlar. Bu Türkiye’de yerinden yönetimin gelişmesindeki en büyük engel. Halbuki yerinden yönetim büyük ölçüde bir dizi kamu politikasının halkın daha fazla yönetime katılımıyla farklılıklar içerisinde bir yönetim olacak. Dağlık bölgelerin yerel politikalarıyla, ovalık bölgelerin yerel politikaları arasında organizasyon farkı olacaktır” diyerek, önümüzdeki süreçte kültürel kimlik ve yerinden yönetim taleplerinin Barış ve Demokratik Toplum süreci kapsamında karşılanması gerektiğini söyledi.
‘BÜTÜNCÜL HUKUK, İKİLİ HUKUK YAPISINA SON VERMEKTİR’
Devlet tarafı Kürt sorununun çözümünde ilerlemek istiyorsa demokratik adımların atılması gerektiğini vurgulayan İnsel, kayyım uygulamaları, yargının siyasallaşması ve siyasi baskıların Barış ve Demokratik Toplum sürecinde ilerlemeyi durduracağını ifade etti. Ayrıca siyasi tutukluların serbest bırakılması gerektiğini de söyleyen İnsel, bu adımlarla toplumda güven oluşabileceğini belirtti. Abdullah Öcalan’ın ifade ettiği “bütüncül hukuk” kavramına değinen İnsel, “Bir tarafta bazı hak kazanımları olurken, diğer tarafta hak ihlallerinin olduğu bir yapı kısmı, ikili hukuktur. Benim anladığım bütünsel hukuk diye ifade edilen şu anda Türkiye’de yürürlükte olan ikili hukuk yapısına son vermektir. Türkiye’de Anayasa bile uygulanmıyor. Anayasa 90 maddesi ‘Türkiye Meclis’in kabul ettiği uluslararası yasaları öncelik tanır’ diyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) üstünlük tanınması gereken bir mahkeme. Hatta AİHM’in ilk adımı Anayasa Mahkemesi (AYM) kabul edildi. AYM’ye gitmeden AİHM’e gidemiyorsunuz. Ama Ağır Ceza Mahkemesi, ‘AYM kararını tanımayız’ diyor. Bu bütüncül hukuk değil, param parça olmuş bir hukuk sistemi. Norm hiyerarşisi uygulanmadığı zaman Anayasa yok demektir. Selahattin Demirtaş’ın durumu en bariz örnektir” diye konuştu.
27 ŞUBAT ÇAĞRISI VE PKK’NİN ADIMLARI
İnsel, sözlerini şöyle noktaladı: “Abdullah Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin aldığı kararlar, Türkiye’de uzun vadede son derece olumlu kapılar açma imkanını sağlayan kararlar ve adımlardır. Siyasal mücadelede, silahlı mücadelenin artık zamanının geçtiğini ilan etmek Türkiye toplumunda sol hareketlerin önemli bir kamburunu da kaldıran bir adımdır. Önümüzdeki gelişmeler ne olursa olsun bu çağrının ve adımların olumlu bir iz bırakacağını düşünüyorum. Ayrıca Kürt sorununun ve onunla bağlantılı olarak Türkiye’deki Demokratik Cumhuriyet kuruluşuna doğru sağlam adımların atılmasına olmazsa olmaz ihtiyacımız var. Ama ne AKP ne MHP bu konuda insana güven veren partiler değiller. Ancak onunla baş etmek durumundayız. Her yerde istediğimiz gibi bir iktidar olmuyor. Bu verili durumda, bu iktidar yapısıyla nasıl demokratik bir çözümün kapılarını açabiliriz akıllı, serinkanlı ve cesur biçimde değerlendirip adımlar atmak lazım.”
Ömer İbrahimoğlu / MA












