Ertuğrul Bilir, 2015 ve 2024/2025’e ait nicel verilerle işçi sınıfının mevcut hareketlilik ve örgütlülük durumuna ilişkin değerlendirme yayınladı. “Bir kez daha altını çizmek gerekir ki, işçi sınıfı hareketinin tek aracı sendikalar değildir.” diyen Bilir’in değerlendirmesinin tamamı şu şekilde:
Bu yazıda 2015 ve 2024/2025’e ait nicel verilerle işçi sınıfının mevcut hareketlilik ve örgütlülük durumuna ilişkin değerlendirme yapılarak sonrasında bazı öneriler sunulacaktır.
İşçi sınıfının büyük kısmını yasal olarak “işçi” sayılanlar (4857 sayılı İş Kanunu’na tabi olarak ücret karşılığı çalışanlar) oluşturmaktadır ancak işçi sınıfının, sigortasız olarak çalıştığı için resmi istatistiklere yansımayan kesimleri bulunmaktadır. Öte yandan 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında “işçi” olduğu halde gerçek konumu işçi sınıfından olmayan bazı üst düzey yöneticiler vb. gibi bazı kesimler de bulunmaktadır ancak sayısal olarak çok küçük bir azınlık oluşturan bu kesim istatistiksel açıdan önem taşımamaktadır. İşçi sınıfının, tabi olduğu yasalar ve çalışma düzenlemeleri açısından farklar taşıyan diğer önemli kesimi ise kamu çalışanlarıdır.
Türkiye’de işçi sınıfının resmi sendikalaşma oranları iki ayrı istatistikle açıklanmaktadır. Çoğunluğu işçi sınıfının parçası olan kamu çalışanlarının sendikalaşma istatistikleri her yılın Temmuz ayında, işçi sınıfının mevcut yasalara göre “işçi” olarak tanımlanan kesimlerinin resmi sendikalaşma istatistikleri ise her yıl Ocak ve Temmuz aylarında Resmi Gazete’de yayınlanmaktadır. Ayrıca 10 yılı aşkın süredir, emekten yana araştırmacılar tarafından işçi sınıfının genelini kapsayan bir “İşçi Sınıfı Eylemleri Raporu” yayınlanmaktadır.
Bir kez daha altını çizmek gerekir ki, işçi sınıfı hareketinin tek aracı sendikalar değildir. Ancak Türkiye’de sendikaların dışında oluşturulan işçi örgütlenmeleri oldukça cılızdır. Bu nedenle, bütün eleştirilere rağmen, mevcut durumda işçi sınıfı hareketinin durumunu değerlendirirken sendikalar önem taşımaktadır.
Önce işçi sendikalarından başlayalım.
İşçi Sendikaları
| İŞÇİLER | 2015 Temmuz | 2025 Temmuz | Değişim |
| İşçi sayısı (*1.000) | 12.744 | 17.326 | +4.582 (+%36) |
| Sendika üyesi işçi sayısı (*1.000) | 1.429 | 2.429 | 1.000 (+%70) |
| Sendika üyesi işçilerin oranı | %11,2 | %14 | %2,8 |
Not: Sayılar yuvarlatılmıştır.
2015 Temmuz istatistikleri ile 2025 Temmuz istatistikleri arasındaki 10 yılda kayıtlı işçi sayısı 4,5 milyon, sendikalı işçi sayısı 1 milyon artmıştır. Bu dönemde kayıtlı işçi sayısı %36 artarken sendika üyesi işçi sayısı %70 artarak tüm işçiler içindeki sendikalı işçilerin oranı %14’e yükselmiştir.
Peki… Bu artış işçi sınıfı mücadelesindeki bir yükselişi mi yansıtmaktadır? Maalesef, hayır. Bu artış, işçi sınıfının ağırlıklı olarak sermaye güdümündeki sendikalarda örgütlenerek kontrol edilmesi sürecinin derinleştirilmesini yansıtmaktadır. Ancak yine de bütün sendikaların aynı kefeye konulamayacağını, işçi sınıfının mücadele bayrağını taşımaya çalışan sendikaların da bulunduğunun altını çizmekte yarar bulunmaktadır.
İşçi sınıfı hareketinin en kritik işkollarından olan metal işkolunda 10 yıllık dönemin rakamları üstünde biraz duralım.
| METAL İŞÇİLERİ (*1.000) | 2015 Ocak | 2015 Temmuz | 2016 Ocak | 2025 Temmuz | 2025 T-2015 T |
| Metal işçisi sayısı | 1.445 | 1.468 | 1.486 | 1.967 | +499 |
| Türk Metal | 177 (%12,3) | 166 (%11,3) | 188 (%12,2) | 284 (%14,5) | +107 |
| Çelik-İş /Özçelik-İş | 28 (%2) | 32 (%2,2) | 35 (%2,4) | 46 (%2,3) | +14 |
| Birleşik Metal-İş | 25 (%1,8) | 31 (%2,1) | 31 (%2,1) | 36 (%1,8) | +5 |
Not: Sayılar yuvarlatılmıştır.
Buradaki incelememizde Metal Fırtına eylemlerinin yaşandığı 2015 Nisan-Mayıs aylarının öncesi ve sonrasıyla 2025 Temmuz istatistiklerini karşılaştırdık. Tabii ki bu dönemde değişik iniş çıkışlar ve mücadeleler oldu. Ancak bu kısa incelemede söz konusu 10 yılın başı ve sonunu karşılaştırarak resmi görmeye çalışacağız. İzleyeceğimiz ana veri ise söz konusu dönemde işkolundaki sınıf sendikası olan Birleşik Metal-İş’in ve diğer sendikaların değişimi olacak. Genel görünüme bakıldığında 10 yıllık dönemde kayıtlı çalışan metal işçisi sayısı 500 bin kadar, 2015’teki işçi sayısının %34’ü oranında artmıştır.
Metal Fırtına eylemlerinin öncesinde yayınlanan 2015 Ocak İstatistiklerinde 177 bin’i Türk Metal, 28 bin’i Çelik-İş, 25 bin’i Birleşik Metal üyesidir. Metal Fırtına eylemleri sonrasında yayınlanan 2015 Temmuz istatistiklerine göre Türk Metal üye sayısı 166 bin’e düşerken Birleşik Metal üye sayısı 31 bin’e çıkmıştır. Çelik-İş’in de üye sayısı 32 bin’e yükselmiştir. Ancak bir sonraki istatistik olan 2016 Ocak istatistiklerinde ise Türk Metal üye sayısı 181 bin’e yükselirken, Çelik-İş daha düşük bir artışla 35 bin olmuş, Birleşik Metal ise hemen hemen aynı sayıda (31 bin) kalmıştır. 2025 Temmuz verilerine göre ise iş kolundaki işçi sayısı 1.967 bin’e yükselirken Türk Metal’in üye sayısı 284 bin’e, oranı %14,5’a yükselmiştir. Özçelik-İş üye sayısı 46 bin’e çıkarken üye oranı %2,3 olmuştur. Birleşik Metal-İş’in ise üye sayısı 36 bin’e çıkmış üye oranı ise 2016 Ocak istatistiklerindeki oranın altına (%1,8) düşmüştür. Kısacası yıllar içinde biriken işçi tepkileri 2015 bahar aylarında Türk Metal’e bir tepki ve işçi iradesi ortaya koyma hareketi şeklinde ortaya çıkmışken gangster sendika, işveren, iktidar, yerel yetkililer eliyle, ülkedeki güçlü gerici ve milliyetçi dalganın da yardımıyla, bu irade yenilgiye uğratılmış ve sonrasında işverenler işçilerin bağımsız inisiyatifini daha da zorlaştırmak için sarı ve gangster sendikalara daha çok sarılmıştır. Birleşik Metal-İş, sendikal hareket içinde diri ve direnişçi bir noktada durmasına rağmen hem Birleşik Metal-İş hem de alanda faaliyet gösteren sosyalist gruplar bu saldırıları püskürtecek bir atılım gösteremeyince de işkolundaki en önemli ilerici sendikal odak yerinde saymış, göreli olarak gerilemiştir.
Kamu Çalışanı Sendikaları
2015 Temmuz ayında yayınlanan 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme istatistiklerinde durum şöyledir: Toplam memur sayısı 2 milyon 354 bin iken sendikalı memur sayısı ise 1 milyon 679 bin ve sendikalaşma oranı %71,3’tür.
2025 Temmuz ayında ise 3 milyon 16 bin kamu görevlisinin 2 milyon 319 bin’i (%76,9) sendika üyesidir.
Bu istatistikler kapsamındaki kamu çalışanlarının sayısı 662 bin kişi artarken, sendika üyesi kamu çalışanı sayısı 640 bin kişi; sendikalaşma oranı ise 5,6 puan artmıştır. Yani sendikaların üye sayısı kamu çalışanı artışına yakın miktarda artmıştır.
KESK’in üye sayısı 2015-2025 döneminde 236 bin’den 166 bin’e düşmüştür. Bu dönemde Birleşik Kamu-İş’in üye sayısı ise 57 bin’den 189 bin’e çıkmıştır. Geniş anlamıyla solda sayılabilecek iki konfederasyonun toplam üye sayısı 293 bin’den 355 bin’e yükselmiş olmasına karşın sendika üyesi kamu çalışanları içindeki toplam oranları %17,4’ten %12,6’ya düşmüştür. Memur-Sen ise 2015’te 836 bin olan üye sayısını 2025’te 1.078 bin’e çıkarmakla birlikte sendika üyesi kamu çalışanları içindeki temsil oranı %49,8’den %46,5’e düşmüştür.
Türkiye Kamu-Sen’in üye sayısı ise 445 bin’den 560 bin’e çıkmasına karşın sendikalı kamu çalışanları içindeki temsil oranı %26,5’ten %24’e düşmüştür. 10 yıllık dönem içinde yeni konfederasyonlar kurulmuş ve yukarıda adını andığımız 4 konfederasyonun dışında yeni kurulan konfederasyonların üye sayısında ve bağımsız sendikaların üye sayısında göreli olarak artış olmuştur.
Bu gelişmeler toplu olarak değerlendirildiğinde kamu çalışanları içinde solun genel olarak zayıfladığı görülmektedir. KESK ve geniş anlamıyla solda sayılabilecek olan Birleşik Kamu-İş üye sayılarındaki ilkinin azalış, ikincisinin artış şeklindeki değişim ise kamu çalışanları içinde sosyalist solun ve Kürt yurtsever hareketinin etki alanının zayıflayıp seküler, Atatürkçü kesimlerin daha ulusalcı bir etki altına girdiğini göstermektedir.
İşçi Sınıfı Eylemleri Raporu’na Göre Sınıf Hareketi
İşçi sınıfının nabzını tutmak açısından önemli bir kaynağı Emek Çalışmaları Topluluğu’nun basına yansıyan işçi eylemlerinden 10 yıldır derlediği İşçi Sınıfı Eylemleri raporları oluşturmaktadır. Bu raporlar işçilerin hem kayıtlı hem kayıt dışı kesimlerini, hem “işçi” hem “kamu çalışanı” kesimlerini hem yasal hem de yasal olmayan fiili eylemleri içermektedir. İşçi Sınıfı Eylemleri raporları eylemleri işyeri temelli eylem, genel eylem ve dayanışma eylemi olarak sınıflandırmaktadır. “Genel eylem” vakaları belirli bir işyerindeki sorunlara odaklanmayan miting, basın açıklaması vb. gibi eylemleri içerirken “işyeri temelli eylem” vakaları ise grev, iş yavaşlatma, işgal, işyeri önünde eylem, kalıcı direniş, basın açıklaması gibi eylemleri içermektedir. Bu açıdan bakıldığında işyeri düzeyindeki hareketi ölçmek açısından “işyeri temelli eylem” vakaları daha işlevli görünmektedir.
| Yıl | Eylem Vakası Sayısı | Yaklaşık Eylemci Sayısı | İşyeri Temelli Eylem Vakası Sayısı | İşyeri Temelli Eylemlere Katılan Eylemci Sayısı |
| 2015 | 749 | 220.050 | 610 | — |
| 2016 | 608 | 139.105 | 420 | 46.000 |
| 2017 | 614 | 156.294 | 438 | 77.000 |
| 2018 | 633 | 144.803 | 420 | 83.000 |
| 2019 | 624 | 371.544 | 424 | 65.000 |
| 2020 | 710 | 66.803 | 389 | 46.000 |
| 2021 | 826 | 122.857 | 468 | 83.000 |
| 2022 | 875 | 209.649 | 600 | 155.000 |
| 2023 | 809 | 201.990 | 562 | 99.000 |
| 2024 | 1.000 | 333.125 | 588 | 106.000 |
Kaynak: Emek Çalışmaları Topluluğu İşçi Sınıfı Eylemleri Raporları
2024 yılı İşçi Sınıfı Eylemleri Raporu’na göre 2024 yılında eylemci sayısı 330 bin civarında olmuştur. Bu sayılara işyeri eylemleri yanında, 1 Mayıs gösterileri, mitingler vb. dahildir. 2015 yılına göre yaklaşık olarak %50 artış vardır. Yıllar itibariyle eylemlere katılım sayısı düzenli şekilde değişmemekte ekonomik ve siyasi durum ile TİS takvimlerinden etkilenmektedir. 2020 ve 2021 yıllarında pandemiden etkilenerek düşmüş olması doğal olmakla birlikte yıldan yıla ülkedeki baskı şartları, ekonomik değişiklikler, büyük TİS’lerin yaklaşması gibi faktörler de katılım sayılarını değiştirmektedir.
2024 yılındaki eylemlere katılım sayısının 2019’daki 370 bin sayısına yakın olduğu, bütün diğer yıllardan ise belirgin şekilde fazla olduğu görülmektedir. 2024 yılında genel eylemlere katılım 224 bin, işyeri temelli eylemlere katılanların sayısı da 588 vakada 106 bin olarak hesaplanmıştır.
İşyeri temelli eylem vakalarının yaklaşık yarısı doğrudan doğruya sendikal örgütlenmenin parçasıdır. Eylemlerin %33’ü TİS’le ilgili konular (TİS görüşmelerinde işverenin uzlaşmaz tutumu vb.) nedeniyle olurken sendikalaşma çabası nedeniyle yapılan baskı ve işten çıkarmalara karşı da eylemlerin %12’lik kısmı yapılmıştır.
2015 yılından beri “hak aradığı için işten atılan işçi sayıları” yıllık olarak (pandeminin ilk yılı olan 2020’deki 817 sayısını kenara koyduğumuzda) 1.500 ile 4 bin arasında değişmektedir, 2024 yılında ise 2 bin olmuştur. Bu işçilerin de 900 ile 1.800 arasındaki kısmı sendikalaşma nedeniyle işten atılmıştır, 2024 yılında sendikalaşma nedeniyle işten atıldığı tespit edilen işçi sayısı 1.137 olmuştur. İşten atılmanın tespit edildiği vaka sayısı da 10 yıllık dönemde 40 ile 133 arasında değişmiştir ve en yüksek sayı 2015 yılında iken 2024’te 50’dir. Tabii ki bunlar eylem vb. nedenlerle basına yansıyan vakalardır ve basına yansımayan çok sayıda vaka da olmaktadır. Özellikle sendikalaşma nedeniyle işten atılmalara karşı işçilerin tepki gösterme ve olayın basına yansıma olasılığı daha yüksektir. Sonuçta bütün kısıtlılıklarına rağmen bu veriler Türkiye’deki işçilerin hak arama ve örgütlenme eğilimleri hakkında bir bilgi vermektedir: Türkiye’de sendikalaşma eğilimi mevcut şartlarda oldukça zayıftır.
Karşılaştırma yapılabilmesi açısından -dönemlerin farklılığını vb. bilmekle birlikte- 1990’lardaki grev sayılarından örnek vermekte yarar görüyorum. Türkiye’de yasal grevlere katılan işçi sayısı 1990 ve 1991 yıllarında 165 bin kişi civarında, 1995 yılında ise 200 bin kişi olmuştur. Tabii bu rakamlarla birlikte dönemin grev sayıları açısından büyük iniş çıkışlarından da söz etmek gerekir. Greve katılan işçi sayısının zirve yaptığı 1995 yılındaki zirveden hemen önceki ve sonraki 1993, 1994, 1996 yıllarında ise greve katılan işçi sayıları 7 bin, 5 bin ve 5 bin’dir (Petrol-İş Yıllığı, ’95-’96, s. 442). 1995 yılı aslında kamu işyerlerindeki örgütlülüklere dayalı geleneksel sendikal yapının çöküşünün belirgin hale gelmesinden önceki son bir hareketlilik olarak da değerlendirilebilir. 1995 sonrasında geçen 30 yıl içinde greve çıkan işçi sayısının en yüksek olduğu yıl 26 bin işçinin greve çıktığı 2007 yılıdır. Sonraki yıllarda greve katılan işçi sayısı yıllar itibariyle genellikle 10 bin’in altında, bazı yıllarda ise bin’in altında kalmıştır. 2024 yılında ise ÇSGB verilerine göre toplamda 22 bin işçinin çalıştığı 29 işyerindeki grevlere 1.900 işçi katılmıştır. Grev sayıları çok düşük olmakla birlikte greve çıkan işçilerin oranı da işyerlerindeki toplam işçi sayısı içinde %10’u bile bulmamaktadır. İktidarın “grev erteleme” gibi uygulamalarının grevleri ve katılım sayılarını düşürdüğü bilinmekle birlikte, işçi sınıfı hareketinin gelişimini ülkedeki mevcut şartlar altında değerlendirmek ve bu şartlara rağmen gelişmesini sağlayacak stratejileri tartışmak zorundayız.
Mevcut Durumun Özeti ve Öneriler
Bu verileri “öldük, bittik” sonucuna varmak veya burayı ağlama duvarına çevirmek için paylaşmadım. Sadece kendiliğinden gelişecek bir işçi sınıfı hareketine bel bağlamamak gerektiğine, sürecin sosyalistler tarafından stratejik ve taktik tartışmalar geliştirilerek bilinçli, sabırlı ve örgütlü çabalar gösterilmeden ilerletilmesinin pek mümkün görünmediğini vurgulamayı gerekli görüyorum.
İşçilerin büyük çoğunluğu mevcut sınıfsal geri çekilme/bozgun şartları altında oldukça dar bir bakış açısına sahiptir. Aynı çoğunluk, işçi sınıfının genel çıkarlarına ilişkin bir bakış yerine en yakınındaki işçilerle rekabete odaklanmaktadır. Beyaz yakalı olarak tanımlanan işçiler mavi yakalıların aldığı ücreti, mavi yakalı işçiler de beyaz yakalı işçilerin aldığı ücretleri veya değişik konumlardaki çalışan işçiler emeklilerin aldığı ücretleri onlara çok görmektedir. Genel olarak, iktidar ve işveren karşısında dişe diş bir mücadeleden umudun görülmediği şartlarda tepkilerin yerini çoğunlukla işverenle uyumlu davranma eğilimi almakta, tepkiler sınıf kardeşlerine yönelmektedir. Bu sorun ise bu hatalı eğilimlere girenlere kızarak değil politika üretip örgütleyerek aşılabilir.
Bugün işçi sınıfı mücadelesinin her bir cephesinde mücadele yürütmeye çalışanlar omuzlarında ağır bir yük taşımakta ve oldukça zorlayıcı bir iklimle mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Sarı ve gangster sendika(cı)lara tepkiyle oluşan iklimde sendikal alanda yapılan gerçek mücadeleler de aşırı güvensizlikle karşı karşıyadır. Sendikalara güven duymayan ama ağırlaşan sömürüyü iliklerinde hisseden işçiler başka türlü işçi örgütlerine mi yöneliyorlar? Hayır.
Peki bu durum kırılamaz mı? Tabii ki, kırılabilir.
Bu ortamda işçi sınıfının devrimci potansiyelini açığa çıkarmak için ciddi bir çaba gerekmektedir. Bu doğrultuda, işçi sınıfı örgütlenmesinin en önemli zeminlerinden birisinin sendikal haklar olmasına rağmen mevcut krizden çıkışın bütünüyle sendikal alandan olamayacağı açıktır. Dünyada sosyalist hareketin ve işçi sınıfı hareketinin oldukça zayıf olduğu bir ortamda, Türkiye’de halk kitleleri üzerinde egemen ideolojik ortamın etkilerine bir de suni dengenin etkileri eklenmektedir. Sınıf mücadelesi stratejileri bu şartlar göz önünde tutularak geliştirilmek zorundadır.
İşçi sınıfı ve devletle sermayenin mücadelesi çok boyutlu olarak hayatın her alanında sürer. Bu alanlara işçi sınıfı örgütleri olan/olması gereken sendikalar da dahildir. Sendikalar yasalarla ve baskılarla sınırlanır ama sorunlar bu sınırlardan ibaret değildir. Bireysel çıkarların ön planda olduğu, işçi sınıfının devrimci örgütlenmesinin kuşatıcı ve geliştirici desteğinin olmadığı şartlarda eline güç geçen sendika yöneticilerinde doğal bir yozlaşma eğilimi ortaya çıkar. Sendikaların (bir kısmının) yozlaşarak işçilerden kopması, hatta işçilerin işveren tarafından kontrol aygıtı haline getirilmesi hem yasaların yardımıyla sağlanır hem de kapitalizm içindeki bireysel çıkar ilişkileri ağıyla sendika yöneticilerinin (sendikacılar) bir kısmı etkilenir veya satın alınır.
Sendikal mücadele ve örgütlenme alanı bütün zorlukları ve bıktırıcı başarısızlıklara rağmen işçi sınıfının kitlesel mücadelesi için önemli zeminlerden birisi olmaya devam etmektedir. Politik başarısızlıkların sorumluluğunu, işçi sınıfının ekonomik ve demokratik mücadele içinde haklarını korumakta ve eğitiminde önemli bir araç olan sendikalara yüklememek gerekir.
Yine, sendikalara topyekûn şekilde yaklaşmamak gerekir. Farklı nitelikteki sendikalar, niteliklerine uygun şekilde değerlendirilerek tutum alınmalıdır. Devrimci, demokratik ve mücadeleci sendikaların, aralarındaki farklara rağmen, sahiplenilmesi gereklidir.
Yazının ilk bölümlerinde işçi sınıfının farklı özellikteki bazı bölümlerinden söz ettik. İşçi sınıfının farklı kesim ve tabakaları arasında, doğal olarak, ekonomik gelişmelerden etkilenme, emeklilik, vergi düzenlemeleri vb. açılardan önemli ortak gündemler olsa da bu tabakalar genel olarak kendiliğinden şekilde bir araya gelmezler. Hem işçi hem de kamu çalışanlarındaki sınıf sendikalarının çabaları bir yakınlaşma açısından önemli olmakla birlikte sınıf sendikalarının mevcut zayıflığının da etkisiyle bu görev sadece sendikalar tarafından başarılabilecek bir görev değildir. Ekonomik ve demokratik kitlesel alan örgütlenme biçimleri açısından da işçi sınıfının farklı bölümlerinin tek düzeyli bir yapıda örgütlenmesi bugünkü şartlarda gerçekçi değildir. Sendikalar, dernekler, federasyonlar, konfederasyonlar, platformlar, yerel/bölgesel birlikler gibi farklı formlar aynı anda işçi sınıfının farklı kesimlerinin örgütlenmesinde işlevsel olabilirler. Ancak sosyalistler ve sosyalist örgütlenmeler bu kitlesel örgütlenmelerin mikro çıkarlara odaklanıp işçi sınıfının genel çıkarlarını ikincilleştirmeleri ihtimali karşısında sürekli olarak çaba harcamak, bilinç oluşturmak, ortak gündemlere doğru çekmek göreviyle karşı karşıyadır. Bu çaba da yine ancak sosyalistlerin dar grup çıkarları yerine işçi sınıfının genel çıkarlarını gözeten bir şekilde davranmalarıyla ve işçi sınıfının farklı parçalarını birbirine yakınlaştıracak gündemler oluşturabilmeleriyle etkili olabilir.














