Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun yıllık verilerine göre 2025 yılında 235 kadın katledildi, 247 kadın ise şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Geçtiğimiz yıl Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü öğrencisi Rojin Kabaiş’in kaldığı Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) yurdundan ayrıldıktan sonra cansız bedeninin bulunması üzerine başlatılan soruşturmada şüpheli ölümü hâlâ aydınlatılmadı. Geçtiğimiz ay Kayseri’de Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Meliha Keskin eski eşi Ferhat Karakaya tarafından ateşli silahla katledildi.
Kadın öğrenciler sadece erkekler tarafından değil, aynı zamanda ihmaller nedeniyle de yaşamlarını yitirdi.
Anadolu Üniversitesi öğrencisi kadınlar KYK yurtlarında, kampüste ve sosyal yaşamda maruz bırakıldıkları tehditleri ve tacizleri anlattı.
‘BAŞIMA BİRŞEY GELSE DEVLETİN UMRUNDA OLMAYACAK’
Anadolu Üniversitesi Maliye Bölümü öğrencisi İlknur Sağlam, kaldığı KYK yurdunun tenha bir bölgede yer aldığını, bu nedenle gece saatlerinde endişeyle yürüdüğünü belirtti. Üniversite kampüslerine, “elini kolunu sallayan giriyor” diyen İlknur Sağlam, kampüs içerisinde kendini rahat hissetmediğini ve her an birinin yanından geçerken her şeyi yapabileceğini düşündüğünü dile getirdi. Kendisini güvende hissetmediğini vurgulayan İlknur Sağlam, “Erkekler ne yaparlarsa yapsınlar ceza almayacaklarının farkındalar. İstedikleri gibi, Erciyes Üniversitesi’nde olduğu gibi, ellerinde tüfekle okula girip bir kadını arkadaşlarının gözü önünde öldürebileceklerinin farkındalar. Bu cezasızlık ve pişkinlik insanları daha da ağır suçlar işlemeye itiyor. Başıma bir şey gelse devletin hiç umurunda olmayacağının farkındayım” dedi.
‘ERKEK AKADEMİSYENLER GÖREVLERİNİ KÖTÜYE KULLANIYOR’
Akademide nüfuzlarını kullanarak kadın öğrencilere karşı görevlerini kötüye kullanan erkek akademisyenler olduğunu, ifşa edilen akademisyenlerin de görevlerine devam ettiğine dikkat çeken İlknur Sağlam, taciz faili akademisyenlere rektörlüğün ve dekanlıkların arka çıktığını belirtti. Tacize uğrayan kadın öğrencilerin “mezun olamama, dersten kalma” korkusuyla taciz faili akademisyenleri ifşa etmekten çekindiğine işaret eden İlknur Sağlam, “Okul örgütlü ve istikrarlı bir mücadele görmediği sürece umurunda olmuyor. Sadece tepkiler gelirse, büyürse bir aksiyon alıyorlar; aksi hâlde unutulup gitmesini bekliyorlar” dedi.
Kaldığı KYK yurdunda ve Eskişehir’deki diğer yurtlarda ciddi güvenlik açıkları olduğunu söyleyen Anadolu Üniversitesi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Leyla Taşdelen, kendisini güvende hissetmediğini belirterek genç kadınların sürekli tetikte olduğunu, biber gazı ve bıçak taşıyarak kendilerini korumaya çalıştıklarını söyledi.
‘MEDYA FAİLİ DEĞİL MAĞDURU KÖTÜLEME YÖNÜNDE’
Bir kadının kendisini taciz edeni ifşa etmesinin kolay olmadığını, böyle bir durumda toplumun faili değil mağduru suçlayacağına dikkat çeken Leyla Taşdelen, kadınların taciz ve tecavüze karşı verdiği mücadeleleri anımsatarak erkeklere de önemli görevler düştüğünü ifade etti. Taşdelen şunları söyledi: “Erkeklerin tacizi ve tecavüzü normalleştirmemesi gerekiyor ya da birbirlerini kollamamaları gerekiyor. Devlet politikaları şiddeti ve cezasızlığı sürekli artırıyor. Medyanın dili de faili değil, mağduru kötüleme yönünde. Bir kadın öldürüldüğünde bile faile odaklanılmıyor; mağdurun ne yaptığı didik didik araştırılıyor. Kadınlar olarak kampüste, sokakta, yurtlarda bu normalleştirilmiş şiddet diline karşı gelmemiz gerekiyor. Taciz failini teşhir etmemiz gerekiyor. Alanlarda olmamız gerekiyor, çünkü kadınlar ne kadar görünür olursa karşı tarafın şiddeti de o kadar azalacaktır.”
‘ANIT SAYAÇ’TA İSMİM YER ALABİLİRDİ’
Okurken zaman zaman çalıştığını söyleyen Anadolu Üniversitesi Felsefe Bölümü öğrencisi Gizem Köksal ise öğrenciliğinin ilk yılında KYK yurdunda kaldığını fakat 1 Mayıs İşçi Bayramına katıldığı için yurttan atıldığını ve bir süre evsiz kaldığını anlattı. Yurttan atılması ardından yaşanan süreci hayatta kalma mücadelesi olarak gördüğünü belirten Gizem Köksal, “Kendini genç kadınları ‘korumakla’, onlara ‘manevi rehberlik etmekle’ görevli addeden bir kurum, devlet yurdu, nasıl olur da bir genç kadını ders döneminin hemen başında barınmasız ve güvencesiz bir şekilde sokağa atabilir? Eğer o dönem gidebileceğim bir yer, sığınacak bir kapım olmasaydı bugün Anıt Sayaç’ta ismim yer alabilirdi. Bu abartılı bir korku değil; her an karşı karşıya olduğumuz tehdidin somut ifadesi. Zeren’in katledildiği gece de yurttaydım ve oradaki eylem sırasında yaşananları birebir gördüm. O gece asansörlerin arızalanması ise yaşadığımız trajediyi tam anlamıyla özetliyordu adeta. Ölümle aramızdaki mesafe Zeren ile aynıydı; yalnızca şansımız yaver gidiyorsa günü kurtarıyoruz” dedi.
‘BİZE DAYATILAN SUSKUNLUĞU KIRMALIYIZ’
Kampüslerde taciz ve şiddetin yeniden üretildiğini, çok sayıda genç kadının akademisyenlerin tacizine, psikolojik baskısına, aşağılayıcı ve cinsiyetçi söylemlerine maruz kaldığını belirten Gizem Köksal, “Bu deneyimler kampüslerin birçok genç kadın için ne kadar güvensizlik ve travma alanına dönüştüğünün kanıtı” dedi. Her yirmi beş Kasım’da Mirabel Kardeşlerden aldığı güçle alanlarda olduğunu vurgulayan Köksal şöyle devam etti: “Sokaklarda ve meydanlarda hep birlikte haykırdığımız sloganlar yalnızca bir tepki değil, aynı zamanda bir varoluş ve özgürleşme bildirgesidir. İlk ve en önemli görev, bu saldırıları ‘kaderimiz’ veya ‘bireysel talihsizlikler’ olarak görmeyi reddetmektir. Bize dayatılan suskunluğu kırmak da en temel görevlerimizden biridir. Bize ‘aile namusu’ veya ‘mahremiyet’ diyerek yaşadıklarımızı gizlememiz istenir. Oysa tacizi, şiddeti ve ayrımcılığı her ortamda, ısrarla ve yılmadan ifşa etmek zorundayız. Birimiz maruz kaldığında hepimiz sahip çıkmalı; bir hocanın tacizini, bir yurdun bakımsızlığını, bir iş yerindeki psikolojik baskıyı konuşmak için birbirimize güç vermeliyiz. Geceleri sokağa çıkmamız, kampüste özgürce dolaşmamız, istediğimizi giyinmemiz engellenir; bize ‘sıranı bekle’ denir. Oysa biz, ‘Sıra bize değil, size gelecek!’ diyerek meydanları, sokakları ve geceleri terk etmeyeceğiz.”
MA / Enes Beyaz


















